Beyaz Gemi

… Oğlanla kız hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Uçurumdan aşağı bakınca gözleri kararıyor, irkiliyorlardı. Bu durumda ihtiyar kadının söyledikleri kulaklarına girer miydi hiç! Nehrin dalgaları çağıl çağıl, uğul uğul akıyordu.

Çopur Topal Nine çocuklara:
– Haydi yavrularım, son bir defa kucaklaşıp vedalaşın, dedi. Böyle derken ikisini birden kolayca itebilsin diye kollarını sıvıyordu. Konuşmaya devam etti: Beni bağışlayın sevgili yavrularım… Ee, ne yapalım, kaderiniz böyleymiş… Bilesiniz ki, isteyerek yapmıyorum bu işi… Ama sizin iyiliğiniz için böylesi…

İhtiyar kadın cümlesini bitirmeden yanıbaşlarında bir ses duyuldu:
– Bekle ey ulu bilge kadın! Bu günahsız yavruların canına kıyma!

Topal Çopur Nine ardına baktı ve gözlerine inanamadı. Şaşakalmıştı. Çünkü orada durup konuşan bir ana maral idi. Hüzün dolu kocaman gözleriyle sitemli sitemli bakıyordu ona. Süt gibi beyazdı. Karnının altı ise yavru deveninki gibi saçak saçak boz yünlerle kaplıydı.

– Sen de kimsin? Niçin insanların diliyle konuşuyorsun? dedi Topal Çopur Nine.
– Ben Ana Maral’ım. Maralların anası. İnsanların diliyle konuşmasam ne dediğimi anlamaz, beni dinlemezsin. …

Cengiz Aytmatov

Cengiz Aytmatov (1928 - 2008) evinin çalışma masasında. Fotoğraf M.Akif Malatyalı.

Beyaz Gemi’den. Cengiz Aytmatov.

Senaryo ve Kurallar

Bütün başarılı senaryoların belirgin kurallara göre yazıldığı sıklıkla söylenir. Bu fikir son yıllarda hızla yayıldı çünkü rahatlatıcı bir sonuç doğuruyor: Eğer kurallara uyarsam, nihayetinde başarılı bir senaryo yazabilirim.

Nuovo Cinema Paradiso

Nuovo Cinema Paradiso

Eğer çok basit senaryolar yazacaksanız bu doğru. Ancak yazma işini gerçekten ciddiye alıyorsanız, senaryo yazmak trafik kurallarına uyarak araba kullanmak gibi değildir. Senaryo yazmanın asıl güçlüğü gerçekten çok sayıda iyi fikre, çok iyi fikre ihtiyacınız olmasıdır. Diğer insanlardan çok daha fazla iyi fikriniz olmalıdır. Bu; herkesin iyi senaryolar yazamamasının temel sebebidir.

Güçlü bir iç sese ihtiyacınız var. Bu iç ses doğuştan gelmez. Tıpkı müzisyenlerin kulaklarını eğitmeleri gibi yoğun bir şekilde ve ısrarla kendinizi geliştirmeniz gerekiyor. Bu yaklaşım iyi fikirle kötü fikir ayrımına varıp sıradan olmayan işler üretmenize yarar. Yaratıcı faaliyetle analitik düşünceyi, yıllar süren eğitimden sonra birlikte yönetebilmenizle sonuçlanan bu karmaşık süreç, sizin iyi senaryolar yazmanızı sağlayacaktır.

Çok sabırlı olmaya, yazmaya karşı büyük bir sevgiye ve buruşturup atacağınız kağıt çöpleriniz için kocaman bir çöp sepetine ihtiyacınız var.

Hochschule für Fernsehen und Film München websitesinden…

Drama Yazarlığı ve Arketipler

Arketip Kavramı

Bir drama yazarının karakterlerini oluştururken ilham alacağı ya da referans olarak kullanacağı arketipler daha çok C.G. Jung’un takipçileri tarafından ayrıntılandırılmış ve listeler halinde ortaya konmuştur. Bu arketiplerin tanımlanması aşamasında mitolojiden, dinden ve klasik edebiyat örneklerinden ciddi bir şekilde faydalanılmıştır. Arketip vikipedi’de “kalıp, şablon, ilktip şeklinde ifade edilir ve gerçekte insan kültürünü oluşturan yapı taşlarıdır” şeklinde tanımlanıyor (1).  Biyoloji Terimleri Sözlüğü, arketipi “Bir tür ya da türler grubunun varsayılan atasal tipi” olarak tanımlamış. Arketipler, Jung’un ifadesiyle, kolektif bilinçaltının içerikleridir. Bir tür ilkel ya da daha doğru bir ifadeyle “ilksel”, atalarımızdan alınan imajlar da diyebiliriz (2). Jung’a göre zihnimizin biçimlenmesine yardım etmiş ve ana ruhsal koşullarımızı saptamış, belirli bir dünyada yaşamaktayız. Doğuştan getirdiğimiz sınırlarımız içinde kalmak zorundayız. Bu nedenle dünya, benliğimizi şekillendirmekte, biz de dışımızdaki dünyaya bu kalıplarla bakabilmekteyiz.(3)

Drama yazarının stereotipler (basmakalıp karakterler) yerine arketiplerle çalışması gerekliliği de aşikar. Bir stereotipin ne yapacağı önceden kesin olarak tahmin edilebilir. Statik bir ruh yapısına sahiptir. Karşılaştığı her güçlüğü aynı ruh haliyle karşılar ve tepkisi de her duruma karşı hemen hemen aynıdır. Bu nedenle arketip yazmak, drama yazarının elindeki en güçlü silahtır.

Eril Arketipler:

Bir arketip yazmak...

Lider, Şef: Doğuştan gelen bir lider olabileceği gibi liderliğe giden yolunu kendi de çizmiş olabilir. Serttir, kararlıdır, sonuç odaklıdır. Sonuç odaklı olması sebebiyle pek esnek değildir ve otoriterdir. Tıpkı Uzay Yolu’ndaki William Shatner, Godfather’daki Marlon Brando gibi.
Kötü Çocuk: Tanıması zordur, sınırlarda yaşar. Asidir ya da yolun akış yönünün tersine gider. Keskindir, değişken ve istikrarsızdır. İdeallerini kaybetmiştir ve uyanıktır. Rebel Without a Cause’daki James Dean ya da Good Will Hunting’deki Matt Damon gibi.
En İyi Arkadaş: Sevimli ve güvenlidir. Kimseyi yüzüstü bırakmaz. Naziktir, sorumludur, kibardır. Kimi zaman pasiftir çünkü hiçkimsenin duygularını incitmek istemez. varlığını her zaman hissettirir. The Wedding Singer’daki Adam Sandler, Lord of the Rings’deki Samwise Gamgee gibi.
Cazibeli: Neşeli, dayanılmaz, baştan çıkarıcıdır. Bağlılık duygusundan yoksun ve sorumsuzdur.  Çapkın olabilir ama kolay kolay kendini bir kadına adamaz. Titanic’teki Leonardo DiCaprio, Maverick’teki Mel Gibson gibi.
Kayıp Ruh: Duyarlıdır. Çilekeş, ağzı sıkı, derin düşünen ve bağışlayıcı biridir. Aynı zamanda saldırıya açıktır. Başıboş bir gezgin ya da toplumdan dışlanmış bir kimse olabilir.  Çalıştığı zaman yaratıcı olabilir ama büyük ihtimalle yalnızdır. Lethal Weapon’daki Mel Gibson, Beauty and the Beast’teki Beast gibi.
Profesör: Her soruya cevap veren analitik bir zihin. Mantıklı, içe dönük, katı fikirli ve kendi duygularını ifade ederken samimidir. Soğuk, gerçekçi ama aynı zamanda dürüst ve inançlıdır. Sizi yüzüstü hiç bırakmaz. Star Trek’deki Leonard Nimoy gibi.
Afili Delikanlı: Cesur, korkusuz ve kaşiftir.  O bir maceradır. Devamlı hareket halindedir.  Bir kovalayan ve heyecan olmazsa mutlu olamaz. Star Wars’taki Harrison Ford, The Mask of Zorro’daki Antonio Banderas gibi.
Savaşçı: Onurlu ve asil şampiyondur. Şovalye ruhlu bir kurtarıcıdır. Durmak nedir bilmez ve asla pes etmez. Dirty Harry’deki Clint Eastwood ve Gladiator’daki Russell Crowe gibi.

Dişil Arketipler:

İş Kadını: Bir sonuç insanı olarak başarı basamaklarını adım adım tırmanır. Bunu yaparken dışarıdan kabul edebileceği tek şey saygıdır. Amacı onun için dünyadaki yegane önemli şeydir. Bu uzun yolda önüne çıkan küçük engellerin pek önemi yoktur.
Baştançıkarıcı: Bir salona, bir mekana girdiğinde istisnasız herkesin dikkatini çeker. Gizemli ve numaracıdır. Yolu ne kadar uzun olursa olsun güvensizliğini gizler. Onun için hedefe götüren her yol mübahtır, bu sebeple müthiş bir hayatta kalma içgüdüsü vardır.
Sevimli Yaramaz Çocuk: Gözü en yüksekte değildir. Kendi küçük dünyasındaki mutluluk ona yetmektedir. Cesur ve dürüsttür. Takım oyuncusudur. Sister Act’deki Whoopi Goldberg, Shrek’deki Prenses Fiona gibi.
Özgür Ruh: Müthiş iyimser, hiç duyulmamış ezgilerle dans eder, oyuncu ve eğlence düşkünü, bir çiçeğin kokusu ve rengine duyduğu hayranlığın gereği her zaman mola verebilir, kafasıyla değil kalbiyle hareket eder. Dharma & Greg’teki Jenna Elfman ve Clueless’taki Alicia Silverstone gibi.
Sahipsiz Çocuk: Eli kolu bağlı kurtarıcısını bekleyen, rüzgarda sürüklenen bir kuru yaprak, çocuksu bir masumiyet. Kahramanları kurtarma görevine çağıran bir acziyet hali. Aptal değildir, asla düşmanlarına saldırmaz, sadece inanılmaz bir dayanma gücüne sahiptir. Görevi, kurtarılmaktır.
Kütüphaneci: Kontrollü ve akıllı. Dikkatli ve kuralcıdır. Fakat o kalın gözlüklerinin ya da görünmeyen zırhının altında tutkuludur.  Ya sınıfında her zaman birinciliği garantide olan bir öğrenci gibidir ya da kütüphanede gizlenen utangaç bir fare gibi. The X-Files’daki Gillian Anderson gibi.
Dişi Şovalye: Sahipsiz çocuğun tam tersi kurtarılmayı bekleyecek değildir. Görev insanıdır. Çözüme kendi bildiği gibi ulaşmaya çalışır. Amacına ulaşma yolundaki her şeyi süpürür geçer. Alien serinideki Sigourney Weaver gibi.
Besleyici, Anaç: Yetenekli, sakin. Ruhu besler. Çevresindeki herkesle ilgilenir, mükemmel bir dinleyicidir ve etrafına neşe saçar. Ladyhawke’taki Michelle Pfeiffer, A Beautiful Mind’daki Alicia Nash gibi.

Kötüler:

Zorba: Bedeli ne olursa olsun güç sahibi olmak ister. Kuralsız savaşır ve düşmanlarını ayakları altında ezer. Bütün denetimi elinde tutmak ister, onun yolunda durmamalısınız.
Alçak: Öfkesiyle yakan sahipsiz evlat. İstediklerine sahip olamaz, çevresindeki herkesi bağlayarak acı çektirir. Başkalarını harekete geçirmeyi sever. Kendi aykırı isteklerini açıkça ifade etmeyi sever. Bu şeytani numaracı tarafından sakın kandırılma! Çünkü o nefret yumağıdır.
Şeytan: İnsanlara hakettiklerini verir, cazibesiyle büyüler ve yıkımlarını getirir. İnsanların ahlaki zayıflıklarını keşfetme konusunda çok yeteneklidir.
Hain: İkili oynar ve kendisine en çok güvenen kimseye ihanet eder. Kimse onun içindeki kötülüğü farkedemez. destekleyici gülümsemelerine, samimi görünüşüne rağmen arkadaşlarının felaketine sebep olur. Arkanı dönme, sana zarar verebilir.
Dışlanmış: Başkalarının yanından eziyetleve çoğu zaman da haklı bir sebeple sürgün edilmiş uzaklaştırılmış olmasına rağmen içinde müthiş bir aidiyet isteği vardır. Kurtarılmayı çok ister ama bunu başkalarının kurban olmasıyla kazanmayı da göze alır.
Sadist: Şiddet ve psikolojik zalimlik bu adamın oyunlarıdır. Kendi hatırı için acı çektirmekten zevk alır. Ve bu oyunları beceri ile oynamaktan hiç çekinmez.
Terörist: Bu kara şovalye çarpıtılmış bir ideale göre hareket eder, kendini haklı görür ve kendi erdemine inanır ve çevresindeki herkesi buna göre yargılar. Ahlaki açıdan ikna edilemez bir durumdadır.
Şıllık: Aldatır, yalan söyler, çalar. Onun başarıya yükselişi etrafındaki pek çok insanda kötü izler bırakmıştır. Etrafındaki kimseyi umursamaz. Önemli olan sadece kendi hayalleridir.
Kara Dul: Kurbanlarını ağına çeken örümcek gibidir. İstediği bir şeye sahip olan birinin ardından koşar, yaptığı en iyi şey insanların kandırılmayı istemesini sağlamaktır. Baştan çıkarmanın her yolunu en ince ayrıntısına kadar bilir.
Sırttanbıçaklayan: Bu iki yüzlü “dost”, kendisinden şüphelenilmemesini bir şekilde sağlar. Sevimli bir gülümsemeyle kurbanlarının sırlarını öğrenir ve zamanı geldiğinde bu sırrı onların aleyhinde çekinmeden kullanır. Yardımsever görüntüsü vardır.
Çıldırmış: Bu dengesiz çılgın kadın çevresindekileri de bu çılgınlığın içine çekebilir. Bütün dünya uygun adım yürürken adımlarını şaşıran o olsabile ona göre bütün dünya yanılmaktadır.
Parazit: Bu zehirli içki, sadece kendi rahatı için işbirliği yapar. Kendi güvenliği devam ettiği sürece bu davranışına devam edebilir, devamlı kendini seçeneği olmayan bir kurban gibi görür, ondan merhamet beklemek yanlış olur, hiç kimse için parmağını bile kıpırdatmaz.
Düzenbaz: başkalarını mahvetmek için devamlı planlar yapar. Bir kedinin fareyle oynaması gibi insanların hayatları ile oynar. Karmaşık tuzakları sabırla kurmak onun en büyük zevkidir.
Fanatik: Aşırı fikirlerinde ısrarcı olan bu kişi iyilik adına her kötü işi yapabilir. Hiç kimse dost ya da düşman değildir. Kendi fikir ve davranışlarını hep haklı çıkarır, bir başarısızlık varsa bu hiç bir şekilde onun suçu değildir.
Baskıcı Anne: Kontrolü tamamen elinde tutan bu kadın, çevresindeki hayatlar için her zaman en doğrusunu bilir. Her şey onların kendi iyiliği içindir. “Çocukları” onun kurallarına uygun davrandıkları sürece onlara karşı son derece korumacıdır, asla toz kondurmaz. (4)

Asıl Mesele:

Asıl mesele, yukarıda yazılan kişilik özelliklerini, sınıflandırmaları bir kalıp gibi birebir alıp uygulamak değil. Eğer bu özellikler drama içinde statik, değişmez özellikler ve durumlar olarak yazılırsa arketip olmaktan çıkar. Stereotip olur. Her durumda aynı, değişmez, şaşmaz, nasıl davranacağı önceden bilinebilir, iç çatışması olmayan; yani gerçek olmayan bir şeye dönüşür. Bir heykelden farksızdır. Stereotip deyince TV’lerimizde örneklerini sıklıkla görebileceğiniz karakterler gözünüzde canlanacaktır. İşi gücü kötülük olan, sabah akşam durmaksızın kötülük yapmak isteyen bir karakter arketip yazarının yapacağı iş değildir. Ya da tam tersiyle hiç iç çatışma yaşamayan bir iyi karakter olabilir mi? Gerçekçi mi? Asıl mesele, karakteri bir varoluş sürecinde yazabilmektir. Arketip yazarı dinamik karakterler yazar. Onun karakterleri devamlı bir değişim içindedir.

(1): Arketip – Vikipedi
(2): Sosyal Psikoloji Sözlüğü, Nuri Bilgin, Bağlam Yayınları sf. 32
(3): Dört Arketip, Carl Gustav Jung, Metis Yayınları, sf.12
(4): Heroes & Heroines, Tami Cowden

The Prisoner

Çok yakından baktığında, Dünya güzel görünmüyor. Vahşete aşık oluyoruz. Pornografi yapıp adına haber diyoruz. Günlük korku dozları… Gelen felaketin ekolojik olduğunu sanıyoruz, ama, hayır…  Sorun politik… En büyük savaş psikolojik olandır.

Hayır... Sorun burada...

Hayır... Sorun burada...

Burada.

Kendimizi şişmanlatıyoruz ve nefes almakta zorlanan solgun hayvanlar oluyoruz duygudan yoksun yetişiyoruz, acımasızlık bizi eğlendiriyor. Yani “sanki, insana ait olan” yeni bir dünya yaratıyoruz..

Altı

Altı

Bir fısıltı duyuyorum benim yanıldığımı, onların ise haklı olduğunu söylüyor ve başından beri vahşiler doğru olanı yapıyordu…

Tuti ile Karga

Bir tuti ile bir kargayı kafese koydular. Tuti, karganın çirkinliğine bakmaktan azap duyuyor söyleniyordu:

“Bu ne iğrenç yüz, bu ne berbat kılık, ne lanet manzara, ne biçimsiz ahlak! Ne olurdu ey ayrılık kargası(*), seninle benim aramda batıyla doğunun uzaklığı bulunsaydı!”

Cahilden bilgin ne kadar nefret ederse, cahil de bilginden yüz misli ürker...

Cahilden bilgin ne kadar nefret ederse, cahil de bilginden yüz misli ürker…

Daha da tuhafı şu ki, karga da tutinin komşuluğu yüzünden canından bezmişti. Lahavle çekerek feleğin dönüşünden inliyor, hayıflana hayıflana ellerini oğuşturuyordu.

“Bu ne ters kader” diyordu. “Ne alçak talih, ne dönek zaman! Benim şansıma layık olan şey, kendim gibi bir karga ile bir bağ duvarının üzerinde salınarak, cilveli cilveli yürümekti… Ne günah ettim de, buna karşılık, felek beni, böylesine kendini beğenmiş, cinsi bozuk, herzevekil bir ahmağın yanında, şu bela tuzağına düşürdü?”

Bu temsili şunu bilmen için getirdim: Cahilden bilgin ne kadar nefret ederse, cahil de bilginden yüz misli ürker…

(*) Ayrılık kargası: Alaca kargayı Arabistan’da uğursuz bilirlermiş. Mesela yola çıkacakları zaman bu kuşun sağ tarafa uçtuğunu görürlerse yolculuğu uğurlu, sol tarafa uçtuğunu görürlerse uğursuz sayarlarmış.

Sadi’den… Gülistan, çev. Hikmet İlaydın, basım tarihi 1974.

Senaryon Berbat Çünkü:

 

Fikir:

– Önemsediğin bir konuda yazmıyorsun.
Bir fikir seni gerçekten heyecanlandırmıyorsa yazmamalısın. Bir derdin olmalı.
– Fikrin yeterince orijinal değil.
1912 yılında ilk yolculuğuna çıkan Titanic adlı gemide birbirine aşık olan iki genç insanın hikayesi iyi bir fikir olabilir ama orijinal değildir.
– Yanlış tür seçmişsin.
Senaryo yazarı kendisini ve hedef kitlesini yeterince tanıyor olmalı, Kramer Kramer’e Karşı filmini yazan senaristin aile ve aile içi ilişkiler konusunda duyarlı bir insan olmadığını düşünebilir misiniz?
– Hikayen sadece senin ilgini çekiyor.
Ümraniye-Üsküdar hattında çalışan zombi minibüs şoförlerinin sendikal haklarıyla ilgili mücadelesi sana ilginç geliyor olabilir. Ama herkesin ilgisini çeker mi acaba?
– Hikayen acınası insanların acınası hikayelerini anlatan acınası bir sonla biten acınası bir hikaye. Ya da daha kötüsü!
Film yapmak çok çok zor bir iştir. İçinde yüksek fikirlerin olmadığı ya da eğlendirmeyen ya da meraktan çatlatmayan bir hikaye yazmak… Neden?
– İlgi çekici bir başlık bulmak için yeterince düşünmemişsin.
Senaryonuzun başlığının senaryonuz hakkında hiç bir şey ifade etmemesi iyi değildir ama başlık, isim, ilk dikkat çeken şeydir. İyi: Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği) Kötü: Music and Lyrics

Karakter:

– Ana karakterini yanlış seçmişsin.
a-Kahramanın aktif olmalı
b-Kahramanının iyi tanımlanmış bir problemi olmalı
c-Kahramanın problemi seyirciye ilginç gelebilmeli
d-Kahraman kendi problemini çözmeli
– Ana karakterini doğru bir şekilde tasarlamamışsın.
Gelişmeye müsait, davranmaya müsait bir karakter yazılmalı.
– Karakterini kurarken, karakterin hakkında hiç bir şeye ayrıntısıyla odaklanmadan dereden tepeden esinlenmişsin.
Karakteriniz hasta; “Nesi var, nasıl bir hastalık?”, karakteriniz üzgün; “Neden?” olabildiğince spesifik tanımlamalar getirmelisiniz. Çünkü her bir ayrıntıda bir öykü gizlidir. Bu sayede karakteriniz stereotip olmaktan çıkar.
– Karakterine gerçek bir mekan yazmamışsın.
Sahne 1: Ortalama bir kasabanın orta halli bir evi… Böyle bir ev yoktur. Ortalama kasaba nedir? Peki ya orta halli ev? İstanbul’da bir ev ya da Kayseri’de bir ev. Her biri bize bir şey anlatıyor.
– Kahramanında ilgimizi çeken hiç bir şey yok.
Kahramanınızın sempatik olması gerekmez. Ama onda ilgi çekici bir şeyler olması gerekmektedir. As Good As It Gets’deki Jack Nicholson’un karakterini hatırlayın.
– Düşmanların insan değil.
“İstanbul sen mi büyüksün ben mi?” Bir antagonist olarak İstanbul? İşe yaramaz, unutun gitsin.
– Kötü adamlar kahramanından daha güçlü değil.
Kahramanının kendisini geliştireceğini de hesaba katarak, en azından başlangıçta kötü adamın kahramınından daha güçlü olması gerektiğini unutma
– Düşmanları kahramanının değişmesini sağlayacak şekilde tasarlanmamış.
Die Hard filminde John McClane kötü bir evlilik yapmıştır. İlerleyen sahnelerde Kötü Adam Hans Gruber’in John McClaine ile karısına neredeyse evlilik danışmanı gibi davrandığını hatırlayın.
– Kötü Adam’ın kendi filminin kahramanıymış gibi davranmıyor.
Kötü Adam’ın da yaptıkları için mantıklı bir sebebi olması gerekmektedir.
– Kötü Adam’ın kendine has bir dil, konuşma tarzı sergilemiyor.
Last of the Mohicans’da nefis bir kötü karakter olan Magua’nın konuşma tarzı her şeyi anlatıyor.
– Karakterlerin sırf hikaye ilerlesin diye saçma sapan davranıyorlar, çünkü onlar çok “yazılmış” görünüyor
Türkçede “film icabı” dediğimiz şey bu işte!
– Yan karakterlerinin bir kişiliği yok!
Gerçek hayatta karşılaştığınız “yan karakterlerin” – örneğin bir otobüs ya da taksi şoförü – sizce kişiliği yok mu?

William M. Akers’ın Your Screenplay Sucks isimli kitabından

Tiger in the Rain

Tiger in the Rain / Yağmurdaki Kaplan

Most of the time
He’s the lord of the jungle
Everyone grins while he gripes
Usually he’s found just
Lounging around in his stripes

His tiger lady’s
A superfine feline
Just what his highness deserves
A sweet purring pussycat
Proud of her pussycat curves

He’s a tiger in the rain
It’s the thunder and lightnin’
He can’t explain
A tiger in the rain
Who’s frightened

Caught in the storm he came
Searching for shelter
Right up to me and my spouse
Both stroked his chin and
Invited him into the house

He’s a tiger in the rain
It’s the thunder and lightnin’
He can’t explain

A tiger in the rain
Who’s frightened

He’s a tiger in the rain
It’s the thunder and lightnin’
He can’t explain
A tiger in the rain
Who’s frightened

Duygusal Anahtar İstekler

Yıllar önce posta yoluyla pazarlama stratejileri geliştiren Victor Schwab aşağıdaki anahtarları geliştirmiş. (Hoke Communications, 1956) Senaryo yazarları da, karakterleri için ayakları yere basan istekler yazmalıdır. İstekler iyice belli olmalı ki bu isteklerin karşısına güçlü engeller yazılabilsin. İstekler ve engeller arasındaki karşıtlık ne denli güçlü olursa drama o denli sağlam yazılabilir.

İnsanlar ne ister?

İnsanlar ne ister?

İnsanlar ne ister? Pazarlama stratejistlerine kulak vermek zararlı olmayacak:

İnsanlar;
Sağlık
Popülerlik
Övgü almak
Başarmanın gururu
Özgüven
Zaman
İyi görünmek
Rahat, konfor
Aynı zamanda sosyal olan bir iş kolunda ilerleme
Para
Yaşlılıkta güvenlik
Boş zaman
Keyif veren şeyler
Kişisel itibar
kazanmak isterler

Rahatsızlık
Riskler
Endişe
Utanç
İş
Şüphe
lerinden kurtulmak isterler

Zaman
Para
harcamak isterler.

İyi ebeveyn
Yaratıcı
Verimli
Otoritelerin kabul ettiği
Güncel
Sokulgan
Bir şeyde ilk olmak
Sosyal, misafirperver
Sahip olduklarıyla gururlu
Başkaları üzerinde etkili
olmak isterler

Kişiliklerini ifade edebilmek
Meraklarını tatmin
Güzel görünmek
Başkalarının ilgisini çekmek
Başkalarının baskısına direnebilmek
Takdire şayan şeyleri taklit etmek
Bir şeyler toplamak ya da edinmek
Kendilerini genel manada geliştirmek
isterler.
kaynak

Bir Öykü Anlatmak

- Bir bavul istiyorum, tam bu kadar!

Öykü, kurallarla değil, ilkelerle ilgilidir.
Endişeli, deneyimsiz yazarlar kurallara boyun eğer. İsyankar, belirli bir ekole bağlı olmayan yazarlar ise kuralları yıkar. Sanatçılar biçimin efendisidir.
Öykü, formüllerle değil, ölümsüz, evrensel biçimlerle ilgilidir.
Film nerede -Hollywood, Paris ya da Hong Kong- yapılırsa yapılsın, arketipik niteliğie sahipse, küresel düzeyde sürekli bir zevk zincirleme reaksiyonunu tetikleyecek ve bu da onu bir ulusal sinemadan diğerine, kuşaktan kuşağa aktaracaktır.
Öykü, stereotiplerle değil arketiplerle ilgilidir.
Arketipik öykü evrensel bir insanlık değerini ortaya çıkartır, sonra da kendisini benzeri olmayan, kültüre özgü bir ifadenin içinde saklar. Stereotipik öykü bu modeli tersine çevirir: hem biçim hem de içerik yoksunluğunun cezasını çeker. Kendisini dar, kültüre özgü deneyimle sınırlar ve eski kendine özgü olmayan genellemelerle süsler. Stereotipik öyküler statik, arketipik öyküler ise hareket halindedir.
Öykü kestirmelerle değil, bütünlükle ilgilidir.
Pascal, bir arkadaşına uzun ve yazımı da uzun süren bir mektup yazdı, daha sonra da daha kısa olanını yazmaya vakti olmadığını belirten bir notla özür diledi. Pascal gibi, senaryo yazarları da, ekonominin anahtar olduğunu öğrenirler ki bunu öğrenmek zaman alır.
Öykü yazının gizemleriyle değil, gerçekliklerle ilgilidir.
Aristo’nun Poetika’sını yazmasından bu yana geçen 23 yüzyılda, “öykünün sırları” caddenin alt tarafındaki kütüphane kadar açık ve ortadadır. Gerçekte film için bir öykü yazmak yanıltıcı bir şekilde kolay görünür. Ancak merkeze doğru daha yakınlaştıkça, öykü çalışmasını sahne sahne yapmaya çalıştıkça, bu iş giderek güçleşir, çünkü filmde saklanacak bir yer olmadığını anlarız.
Öykü pazarı eleştirmek değil sanata hakim olmaktır.
Hiç kimse neyin satılacağını, neyin satılmayacağını, rekor kıracağını ya da fiyaskoyla sonuçlanacağını öğretemez, çünkü bunu hiç kimse bilemez. (Yazacağınız senaryounun piyasadaki haliyle ilgili olarak) olasalıklar yüzünden işkence çekmektense enerjinizi mükemmelliği yakalamak için harcayın.
Öykü izleyici açısından hor görme değil, saygıyla ilgilidir.
Yetenekli insanların kötü bir metin yazmasının bir ya da iki nedeni vardır. Ya kanıtlamak zorunda oldukları bir düşünce yüzünden körleşmişlerdir ya da ifade etmek zorunda oldukları bir duygu yüzünden zorlanmışlardır. Yetenekli insanlar iyi bir senaryo yazdıklarında genellikle sebep şudur: seyirciyi etkileme arzusu onları harekete geçirmiştir. İzleyici şaşılacak şekilde duyarlı değildir ancak karartılmış bir salona sanki ortak aklı 25 puan yükselmiş gibi oturur. Sinemaya gittiğini zaman genellikle, izlediğiniz filmden daha akıllı olduğunuzu düşünmez misiniz? İzleyicinin tepkilerini düşünmeden film yapılamaz. Öykünüzü hem kendi bakışınızı ifade edecek hem de izleyicinin arzularını karşılayacak biçimde şekillendirmelisiniz. Seyirci olmadan “yaratıcı” eylem anlamsızdır.
Öykü kopyalama değil, özgünlükle ilgilidir.
Özgünlük biçim ve içeriğin birleşmesi, özel konu tercihleri artı benzersiz bir anlatım şeklidir. İçerik (ortam, karakterler, fikirler) ve biçim (olayların seçimi ve düzenlenmesi) karşılıklı olarak birbirine ihtiyaç duyar, ilham verirler ve birbirlerini etkilerler. Olgun bir sanatçı asla dikkatleri kendi üstüne çekmez ve akıllı bir sanatçı da sadece geleneği yıkmak adına bir şey yapmaz.
(Kaynak: Story, Senaryo Yazmanın Özü, Yapısı, Tarzı ve İlkeleri, yazan Robert McKee, Plato Yayınları)

The Magic of Time

interview with Gokhan Yorgancigil, Director


Respiro’yla “zaman” kavramı üzerine yapılan bir ropörtaj.

« Older Entries   Newer Entries »