Biraz daha Aytmatov…

Ana-Oğul, Stephen Armstrong

Ana-Oğul, Stephen Armstrong

Belki bir kitapçının raflarını karıştırıyorsunuzdur, bir kitabı elinize alırsınız, bir iki satır okuyup kitabın taşıdığı soluğu koklamak istersiniz. Ya da kitaplığınızda parmaklarınızla bir gezinti yaparken yıllardır açmadığınız sayfaları açmak ister canınız, sayfaları aralar ve “bir iki satır okuyayım, en son kimbilir ne zaman okumuştum” dersiniz. Size hemen “merhaba” diyen kitaplar vardır. Amacınız kitabı okumaya başlamak olmadığı halde okuma isteğiyle dolarsınız, hemen bir köşeye çekilip saatlerinizi vermek istersiniz. Bu, benim için şöyle bir şey işte:

Üzerinde yeni yıkanmış beyaz entarisi ve koyu renkli başmenti, başında beyaz yazmasıyla, bir ana, biçilmiş tarlaların arasından geçen yolda ağır ağır ilerliyordu. Yanında yakınında kimsecikler yok. Yaz bitmiş, tarlalarda çalışanlar gitmiş. Kırlarda yankı yankı yayılan insan sesleri yok artık. Yollarda bulut bulut toz kaldıran kamyonlar ve biçerdöverler de yok. Sürüler henüz anızlara salınmamış.

Uzakta, boz renkli büyük yolun ötesinde, sonbahar bozkırı göz alabildiğine uzanıyor. Gökyüzünü, bir yerlerden akıp gelen mavimsi bulutlar kaplamakta. Sessizce tarlalara yayılan rüzgar, hasır sazlarına, sayar gibi tek tek dokunup geçiyor, ölü yaprakları dereye doğru sürüklüyor. Sabahleyin her yeri çiğ kaplayınca, dereden otların kokusu yayılır çevreye. Hasattan sonra toprak dinlenmektedir. Çok geçmeden kötü havalar başlayacak, yağmurlar dinmeden yağacak, sonra ilk kar yere düşecektir. Daha sonra da fırtınalar, boralar… Ama şimdilik böyle bir şey yok. Her şey sessiz, sakin görünüyor.

Yaşlı anayı hiçbir şey rahatsız etmemeli. Bakın işte durdu. Yaşlılıktan kenarları iyice kırışmış gözlerle çevresine uzun uzun baktı:
– Selamünaleyküm sevgili tarlam! dedi yavaş sesle.
-Aleykümselam Tolgonay. Yine geldin demek? Görüyorum, biraz daha yaşlanmışsın, saçların bembeyaz olmuş. Aa, baston da kullanıyorsun artık.
-Evet, güzel toprağım, yaşlandım. Ee, aradan bir yıl daha geçti ve sen bir hasat daha verdin… Biliyorsun, bugün “Ölenleri Anma Günü”.
– Biliyorum ve seni bekliyordum Tolgonay, ama bu defa da yalnız geldin değil mi?
– Gördüğün gibi yalnızım, hep yalnız…
– Demek ona hiçbir şey söylemedin daha?
– Hayır, söylemedim, söylemeye cesaret edemedim.
– Ya başkalarından duyarsa, biri istemeden ağzından kaçırırsa?
– Niye söylesinler. Nasıl olsa, vakti gelince öğrenecek. Hem artık büyüdü, başkalarından duyup öğrenebilir. Ama benim için hala küçük bir çocuktur ve bu yüzden ona gerçeği söylemekten çok, ama çok korkuyorum.
– Yine de insan gerçeği öğrenmelidir Tolgonay.
– Biliyorum, biliyorum ama, nasıl söyleyeyim? Benim bildiğimi, senin bildiğini, başkalarının bildiğini, sevgili toprak anam, yalnız o bilmiyor. Bunu öğrendiği zaman ne olacak? Nasıl karşılayacak? Geçmişi nasıl yargılayacak?

Düşmekte olan bir uçakta ateist yoktur!

Lost

Dönüp durmakta olan Lost geyiklerine bir tane de ben ilave etmiş olayım: “Düşmekte olan bir uçakta ateist yoktur” derler. Oceanic 815’te de yokmuş meğer. Altı yıl boyunca doğrudan bir gönderme yapmadan, dolaylı göndermelerle okültizm, paganizm, babil, mısır, tevrat falan derken “olayda” yani düşmekte olan bir uçak gibi “May Day! May Day!” diye bas bas bağıran bir dizide ateist kalınamazdı! Senaryo yazarlarının seyirciyi aptal yerine koymaktan kaçınmaları gerektiği söyleniyor her zaman. “Deus Ex Machina”; yazmakta olduğu öykünün içinde boğulup çarenin -örneğin karakterin ter içinde yatağında sıçrayıp “meğer rüyaymış!” demekte bulunması  gibi durumları ifade etmek için kullanılan bir terim. Nihayete eren Lost dizisi “Deus’a” sığınarak imana gelmiş oldu. (mu?) Ada metaforu üzerinden bir fantazya, paralel evrenler ve zamanda yolculuk üzerinden bilimkurgu falan derken kendimizi Araf, Cennet, Cehennem kavramlarının ortasında buluverdik. Hem de son on beş dakikada! “Neden altı yıl boyunca, adanın bir yerinden bir yerine koşuşturup duran insanları izlerken doğrudan ve dolaysız bir “Tanrı” kavramı yoktu?” şeklinde de bir soru sorabiliriz. Gerçi gene de pek “var” denemez ama! İlk kez, haç, davut yıldızı, hilal, şiva, buda sembollerini dolaylı değil doğrudan olarak gözlemledik. Yine ilk defa ölüm kavramı üzerinde de “Sır Kapısı” tadında durduk! Oceanic 815 altı yıl boyunca düşmekte olan bir uçak mıydı? Bu uçağı ancak Tanrı mı kurtarabilirdi? Öykü o kadar çok karışmış mıydı ki bu düğümü çözse çözse Deus Ex Machina çözerdi? Yoksa önceden tasarlanmış bir plot, bir bütünsel öykü yok muydu? Yoksa bu dizi bir “akıllı tasarım” değil de seyirci-fan-reyting üçgeninde şekillenen evrimsel bir öykü müydü?

Aşk

Bir sevgilinin aşkı beni bağladı. Aşkı geldi, beni önüne kattı… Aklımı çaldı, bana edeceğini etti! Yüzünün hayali yolumu kesti, harmanımı ateşe verdi! Bir an bile onsuz karar edemiyorum. O güzeli görmemek, ayrılığına sabretmek, bence adeta kâfir olmak gibi bir şey! Gönlüm onun yerinde değil, onun ardında; başım dönüp duruyor… Bundan fazla nasıl yol alabilir, nasıl daha ileri gidebilirim?
Önümüzdeki vadiye dalıp yürümek, yüzlerce belaya uğrayıp sabretmek gerek. Halbuki ben, o ay yüzlünün yüzünü görmeden bir an bile duramıyorum… Nasıl olur da yola bele düşer, konak durak arayarak yürürüm? Derdim derman kabul edecek dereceyi geçti; işim imanı da aştı küfrü de! Derdim de onun sevdası, dermanım da… Gönlümdeki ateş de onun sevgi ateşi!
Bu dertte tekim… Kimsem yok… Fakat bu sevdada onun derdi, bana hemdem olmakta; bu yeter bana! Sevdası beni topraklara attı, kanlara buladı. Saçları beni perdeden çıkardı! Onun sevdasına düştüm, takatsız bir hale geldim… Onu görmeden bir an bile sabredemiyorum!
Yolunda toprak kesildim, kanlara gark oldum… Halim işte bundan ibaret… Ne yapayım?

Kuşların Dili

Kuşların Dili, Feridüddin Attar

Mantık Et-Tayr’dan… Feridüddin Attar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Tercüme: Abdülbaki Gölpınarlı.

Coma Kümesi

Coma Kümesi

Coma Kümesi

Şekildeki hemen hemen her nesne bir galaksi. Coma Galaksi Kümesi bilinen en yoğun galaksi kümelerinden bir tanesi. Fotoğraftaki bu galaksilerin her biri güneşimiz gibi yıldızlardan milyarlarca ihtiva ediyor. Tıpkı Samanyolu Galaksisi gibi. Coma Kümesi’ndeki galaksilerden çıkan ışığın bize ulaşması milyonlarca yıl sürüyor. Öte yandan Coma Kümesi’ndeki galaksilerin birbirleri arasındaki uzaklık da nereden baksanız milyonlarca ışıkyılı… Coma Kümesi’ndeki galaksilerin pek çoğu eliptik geri kalanlar ise sarmal galaksi.

Böyle bir manzarayı ağustos böceği sesleri arasında seyredebilme ayrıcalığı ise sadece bize ait.

Cthulhu’nun Çağrısı

Bilimadamları 1997  yılında okyanusun derinliklerinde, şekildeki diyagramda görülen sesi kaydettiler. Böyle bir sesin var olmaması gerekiyordu. İngilizcede “Bloop” kelimesiyle ifade edilen bu ses kimilerine göre bir efsanenin gerçek olduğunun kanıtı. Gizem ve korku öyküleri yazarı H.P. Lovecraft’ın (1890-1937) “Call of the Cthulhu” – Cthulhu’nun Çağrısı adlı öyküsünde bir efsane olarak anlattığı “Cthulhu gerçekten yaşıyor mu?” sorusu bu sayede çok daha popüler hale geldi.

Cthulhu

Cthulhu

Yaklaşık olarak (50° Güney, 100° Batı) koordinatları sesin kaynağı olarak gösteriliyor. Konu ile ilgili kaynaklar:
Okyanustan gizemli sesler
Bloobwatch.org
GeoHack
Tuning in to a deep sea monster
Howard Phillips Lovecraft
Cthulhu Mythos
Cthulhu’nun Çağrısı

Damages

Damages

Damages

İyi yazılmış karakterler, çok iyi oyunculuk. Dizinin en büyük güzelliği ise iki protagonistin birbirlerinin antagonisti oluşu. Resimdekiler: Glenn Close, Lilly Tomlin ve Martin Short.

Heves mi Adanmışlık mı?

Herkesin yapmak istediği işler vardır. Dahası bu işlerden bazılarını herkes rahatlıkla yapabileceğini düşünür. Pek çoğumuz kendimizi boynumuza asılmış bir steteskop ve beyaz önlükler içinde  hayal etmişizdir. Aslında her şey çocuklukta başlar. Hemen hemen hepimiz öğretmen, pilot, polis, astronot vs gibi meslekleri gözümüze kestirmiş ve o klasik soruyla karşılaşınca cevabı pat diye yapıştırıvermişizdir. “Ben öğretmen olacağım… Ben doktor olacağım.”

Lucas ve Spielberg

Lucas ve Spielberg

Bir sinema okulunda okuyan öğrencilere ilk derste “yönetmen olmak isteyenler kimler?” diye sorulsa sınıfın büyük çoğunluğunun belki de hepsinin parmak kaldıracağını biliyoruz. Aslında bu diğer bütün okulların ilk günlerinde yapılacak anketlerde çıkacak sonuçlardan farklı değildir.

Şimdi bir adım değil bir kaç adım ileri giderek şöyle diyelim: Şansınız yaver giderse, hevesli olduğunuz bir iş sayesinde para kazanabilir geçiminizi temin edebilirsiniz. Hayatınız boyunca, yapmakta olduğunuz işe hevesli bir insan olarak yaşayabilir ve bunun farkında bile olmayabilirsiniz. Tıpkı günlük hayat yani sosyal çevrenin her çeşit insanı tolere etmesi gibi iş dünyası da hevesli insanları tolere eder. Pek az kimse sadece hevesli olduğu için başarısızlıkla yüzleşir.

O halde nedir heves? İşte tanımı: Bir şeyi çok istiyor ama ona ulaşmak için gereken gayreti göstermiyorsanız bu hevestir. Burada tahmin edileceği üzere anahtar kelime “gereken”. Ulaşmak istediğiniz şeye ulaşmak ,için ne kadar emek vermeniz gerekiyor? Bunu kim bilecek? Bu soruya da verilebilecek şöyle bir cevap var: “Çok.”

Bu “Çok”un ölçüsü kişiden kişiye değişebilir. Ama değişmeyecek şey bir adanmışlık duygusunun gerekliliğidir. Bilinmesi gereken şey hiç bir gerçek başarı bedelsiz değildir. Gerçek başarı ise göstermelik ve sadece maddesel olmayan başarıdır. Herkes tarafından takdir edilir. Yıllarca çalışmak, didinmek, hayal kırıklıkları yaşamak ama yılmamak…

Herkes yönetmen olmak isteyebilir. Ama unutulmamalıdır ki yönetmen olmak isteyenler değil, başkalarının “bu kişi bir yönetmen” dediği insanlar yönetmen olabilir. Öte yandan yönetmenlik ise sadece kamera açısı vermek, oyuncularla sette rollerini konuşmak değildir.

Bir konuya hevesli olmak o konuya sempati duymaktır. Adanmışlık zordur. Herkes eğlenirken kitap okumaktır. Yönetmen olmak aydın olmaktır. Yarı aydının yapacağı iş değildir. Ve son olarak bu hiç bitmeyecek bir süreçtir. Çünkü önünüzdeki yolda her zaman tırmanılacak bir tepe daha vardır. Her zaman kendinizi aşmanızı gerektirecek durumlar olacaktır. “Sadece şans”la bazı şeyler başarılabilir. Sadece yönetmenlik için değil her iş için aslında bu böyledir. Çünkü hayat böyledir.

Eğer senaryo yazarlığı yapmayı seçtiyseniz

Senaryo Yazarı

Senaryo Yazarı (sigara mecburi değil)

– Kişisel eğitim ve iş hamlelerinizle ilgili sistematik bir plan hazırlamalısınız.
– Filmlerin içinde boğulmalısınız
– Film endüstirisi hakkında bilgi sahibi olmalısınız
– Bu alandaki çevrenizi genişletmeye başlamalısınız
– Bir yazarlar grubuna dahil olmalısınız
– İşlerinizi satabileceğiniz başka pazarlar aramalısınız
– İstanbul’a taşınmayı (hemen olmasa da) düşünmelisiniz
– Yeteneklerinizi, artılarınızı devamlı tazelemelisiniz

Şimdi neşeli olun, içinizdeki enerjiyi ortaya çıkarın ve yazmaya başlayın!
(The Screenwiriting Bible – Sir William K. Cole)

Karakteriniz için bir çetele

Karakterleriniz kendi öyküsünün başrolünde. Kendi hayatının protagonisti.

Karakterleriniz kendi öyküsünün başrolünde. Kendi hayatının protagonisti.

Senaryo yazarken bir karakter üzerinde çalışmak elbette bilimsel bir süreç değildir. Şöyle ki, karakterler mekanik insan davranışları sergilemek için tasarlanmamalıdır. Robotlar yazmıyoruz. Sizin benim gibi canlı kanlı insanlar onlar. Her birisi kendi öyküsünün başrolünde. Kendi hayatının protagonisti. Bu yüzden ana karakterlerinizi yazarken aşağıdaki çeteleye bakarak eksik gedik var mı diye kontrol etmenizde fayda var:

1- Arkaplan

– Yaşadığı yer ve zaman.
– Ebeveyninin durumları; sosyal, ekonomik, etnik arkaplanları.
– Kardeşleri ve dikkate değer başka akrabaları.
– Aile hayatı ve yapısı.

2- Temel durumlar

– Cinsiyeti.
– Fiziki yetenekleri, kısıtları.
– Irk, etnik arkaplan ve dini.
– Sosyoekonomik / toplumsal sınıfı.
– Çevresi, yaşadığı yer, mekanlar.

3- Kişilik özellikleri

– Protagonist mi antagonist mi?
– İçe dönük mü dışa dönük mü?
– Sezgisel mi duyuları mı açık?
– Yargılama ya da algılama alışkanlıkları.
– Düşünür mü duygularıyla mı hareket eder?
– Hayat / kariyer / kişisel artıları.
– Karakterinizin özünde ne görüyorsunuz?
– Hayatındaki en büyük çelişki ne?
– Anne ya da baba mı yoksa bir evlat mı?
– Kurban mı suçlu mu kurtarıcı mı?
– Masum mu taklitçi mi alaycı mı?
– Bencil mi fedakar mı?

4- Kişisel / bireysel rengi, alışkanlıklar

– Fiziki durumu, görünüşü.
– Giyim kuşamı.
– Sevdiği ya da nefret ettiği yiyecek içecekler.
– Eğitimi. (Sadece okuduğu okullar değil, öğrencilik tarzı)
– Hobileri.
– Korkuları.
– En nefret ettiği faaliyetler.
– En sevdiği faaliyetler.
– En derin ve vahşi hayali.
– En yakın arkadaşları.
– Kendine, başkalarına, hayata dair temel konulardaki tutumu.
– Mizah duygusu. (Karakterinizi güldüren şey nedir?)

5- Profesyonel ve sosyal hayat

– Meslek, kariyer, uğraş.
– Toplumca kabul edilmiş becerileri.
– Üye olduğu kulüpler, organizasyonlar.
– Desteklediği / karşı çıktığı sosyal konular.

6- Sevdikleri / sevmedikleri

– Karakteriniz hakkında muhafazakar, geleneksel, liberal ya da radikal diyebilir misiniz?
– Karakterinizin bir derdi, davası var mı?
– Tarihteki hangi karaktere hayranlık besler?
– İlkelerinden taviz vermesi için ne tür baskılar, ne tür durumlar yaşamalı? (derinlerdeki ayırdedici özelliği nedir?)
– Beslenme alışkanlıkları.
– Alkolik ya da uyuşturucu müptelası evladı ya da ebeveyni var mı?
– Karakteriniz doğru yer ve zamandaki doğru kişi mi yoksa yanlış yer ve zamandaki yanlış kişi mi? Yoksa bunların bir karışımı mı?
– Çılgın bir partide nasıl davranır?
– Karakterinizin mezartaşına ne yazardınız?
– Yalnız kovboy mu, aile adamı mı yoksa bir “ikili”nin üyesi mi?
– Sevdiği müzikler, şarkıcılar ve filmler.
– Aile albümündeki hangi fotoğraf karakteriniz hakkında her şeyi özetler? (Bazı kimselerin hiç fotoğrafları ya da aile albümleri yoktur. Bu da bir seçenek tabii ki)
– Karakteriniz:
* Bir milyon lira mirasa konsaydı
* Birisine ölümüne aşık olsaydı
* İki hafta boyunca bir Ege adasında
* Bir tabii afet anında
* İşinden kovulunca
* Yıllardır görmediği bir dostu ya da düşmanıyla karşılaşınca
* Hiç tanımadığı biriyle bir çöpçatan buluşturmasında
* Çocukları olması ve onları büyütürken
* Şiddete ya da tacize maruz kaldığında
* Beklenmedik bir iltifat ya da hediye karşısında
* AIDS ya da kanser gibi ciddi bir hastalık durumunda
* Bir otoyolda düz lastikle
* Beklenmedik bir şekilde işinden erken paydos edilince
* Farklı ırklarla kurulacak bir ilişkide
* Yerel ya da ulusal bir kanalda 5 dakika canlı yayına katılsa
nasıl davranırdı?

Şimdi bir de kendinize şunu sorun: Kendiniz hakkında bu denli sorular soruyor, sorgulamalar yapıyor musunuz? Israrla ifade edelim: İyi bir senarist olmak, insan olma yolunca ciddi adımlar atmayı gerekirir. Kolay iş değildir.
Kaynak: Andrew Horton – Writing the Character Centered Screenplay

Siz Gafiller!

Schiller

Schiller

Ey büyük gök meşalesini
Ebedi körlere bırakan siz gafiller!
Yaptığınız yanınıza kalmayacak
O körler ki, ellerinde ateş,
Köyü, kenti yakıp yıkmaktan-
başka bir şey bilmezler…

Schiller

« Older Entries   Newer Entries »