12
Auteur Teorisi
François Truffaut 1954 yılında Fransız Sinemasında Belirgin Bir Eğilim başlıklı bir makale yazdı. Bu çalışmada filmlerin yönetmenin kişisel duygu ve düşüncelerini dışavurmak için eşsiz bir ortam olduğunu iddia etti. O bu yüzden yönetmenin bir auteur olarak kabul edilmesi gerektiğini önerdi. Aslında o bir keresinde, kışkırtıcı bir şekilde, “iyi ve kötü filmler yoktur iyi ve kötü yönetmenler vardır” demişti.
Bu teorinin değeri bazı eleştirmenler tarafından sorgulanıyor olsa da bazı filmlerin anlaşılması ve yorumlanabilmesi için bir başlangıç noktası olarak faydalıdır.
Auteur Teorisi, bir yönetmenin, film yapım sürecinin ticari araçlarını bir ressamın fırça ve boyasını kullandığı gibi kullanabildiğini iddia eder. Film yapım süreci, yönetmenin kişisel sanatsal dışavurumuna imkan veren bir ortamdır. Film teorisyeni André Bazin, Auteur Teorisini, filmden filme geliştiği varsayılan ve sanatsal yaratım sürecindeki kişisel faktörlerin bir referans ve bir standart halinde tercih edilmesinin bir yolu olarak açıklar.
Bu teori “yıldız sistemi” içindeki bazı Hollywood aktörlerinin eserlerini yorumlarken faydalı olur. Auteur Teori der ki, en iyi filmler, o filmleri yapanların imzasını taşıyan filmlerdir. Bu da yönetmenin kişiliğinin, sanatsal kişiliği değil belki bir birey olarak kişiliğinin bir simgesi olarak filmin içinde ipuçları arandığında bulunabilir. Alfred Hitchcock bu fikri en iyi şekilde gösterir. Her filminde kısa süreliğine görüntüye girer ve çıkar. Bu seyircileri için bir oyunua dönüşür, “acaba nerede ve ne şekilde görünecek?”
Alfred Hitchcock auteur teorisi söz konusu olduğunda akla gelen ilk isimlerden biridir. Onun en ünlü filmleri Vertigo, Sapık, Kuşlar ve Arka Pencere’dir. Hitchcock’un hikaye anlatım teknikleri, zeka dolu konuları, esprili diyalogları, gizem ve cinayeti konu alması ünlüdür. O gerilim türünde bir devrime imza atmıştır. Başarısının sırrı tercih ettiği tür değil film yapım sürecinde gösterdiği üstün yetenekti. Yani Onun için seçtiği planları birleştirmesi, konusunu anlatırken yaptığı tercihleri, seçtiği film türünden daha önemliydi. Hitchcock’un en iyi bilinen sahnelerinden biri Sapık’taki duş sahnesi. Bu sahne bir dakika içinde yetmiş farklı plan ihtiva eder. Kurgu ve mizansen öyle birbiri içine girmiştir ki ayırt etmek güçtür.
Onun gerilim türündeki filmleri şüphe duygusuna çok şey borçludur. Bir yönetmen olarak seçtiği tarz, seyircinin karakterden konunun içine daha fazla düşmesini sağlamaya çalışmaktır. Seyirciye, karakter bulmacanın parçalarını çözmeye başladığında neler olacağını merakla bekletmek ister.
Sinema, başka insanlar farketmeden onları izlemenizi sağlayan bir ortamdır. Arkamıza yaslanır ve perdede olan biteni yargılarız. Hitchcock sıklıkla “saygın” sinema izleyicisi olan bizleri birer röntgenci durumuna düşürmek ister. O seyircisini, Arka Pencere filminde James Stewart tarafından canlandırılan ayağı kırıldığı için oturma odasından karşı apartman pencerelerindeki hayatları izleyen L.B. Jeffries karakteri gibi görmek ister.
Filmde yaşanan ahlaki ikilem bir karakter tarafından James Stewart’a söylenir:
“Benden ne istiyorsun?”
Bu aslında doğrudan seyirciye söylenmiştir. Aynı sahnede bu karakter kameranın dış göz duvarını yıkarak kameraya bakar. Yönetmenler bunu yaptıklarında kendi kurdukları “gerçekçi” dünyanın baştan çıkarıcı etkisine kapılmamanızı istediklerinin sinyalini verirler.
Simon Ryan’dan.
Bilgilendirici bir yazı olmuş. Teşekkürler.
bilgilendirmede yanlışlıklar var teşekürlr
bilgi. teşekkürler
sadece teşekkürler.
Gayet güzel özetlenmiş. Tşk
TŞK.
[…] Kim sahneye koyan kim yaratıcı yönetmendir? […]