24
How to Write. Nasıl yazmalı?
Malesef türkçede yazarlık üzerine yazılmış özgün ya da tercüme eser çok az var. Kitapçıları özellikle de ikinci el kitapçıları dolaşırken ingilizce yazılmış o kadar çok “yazarlık” kitabına rastlıyorum ki bu derece zengin bir literatür türkçede olmadığı için resmen kıskanıyorum. İmkanım olsa bütün bu kitapları tercüme eder ve baskıya veririm. Bunu yapamam.
Ama kitaplığımdan rasgele seçtiğin bir kitapla hiç değilse bu kitaplardan bir seçki yapar ve dilimize hiç değilse özetlerini kazandırırım diye hayal ediyorum. Umarım meraklısına faydalı olur. Kitaplardan alıntılar yaparken kendi görüşlerimi de aktaracağım ve özellikle uzmanlık alanımla ilgili kendi dipnotlarımı da toparlamaya çalışacağım.
Şimdi ilk olarak eğitimci ve editör, iletişim ve yazarlık konusunda uzman iki ismin birlikte yazdığı How to Write, Nasıl Yazmalı isimli kitaptan bahsedeceğim. Yazarlar Herbert E. Meyer ve Jill M. Meyer.
Kitap bir yazma devriminin ortasındayız diyerek açılıyor. Baskı tarihi 1996. Yani internet devriminin ilk yılları. Şimdi bu devrim, yani yazma devrimi daha da büyük bir devrime dönüştü. Çünkü duyguları, acıları, umutları olan yazarların artık güçlü bir rakibi de var. AI. Artık karşımıza çıkan hangi metnin bir insan tarafından hangisinin yapay zeka tarafından okuyalım diye bize uzatıldığını bilemiyoruz… da… öyle mi acaba? Bu yapay zeka konusuna belki ayrı bir video ayırırım ama şimdilik sadece şu kadar söyleyeyim; inancım o ki, yazan insan her zaman yapay zekadan bir adım önde olacak.
Kitabın açılışındaki önerme geçerliliğini koruyor, yapay zeka tehdidi de gerçek bir tehdit. Yazan insan sayısı ile okuyan insan sayısı arasındaki matematiksel oran daha önce hiç bu kadar büyük olmamıştı.
Bu kesir, gittikçe 1 değerine yakınsıyor. Bunun anlamı şu: Bir okurun karşısına çıkan metin sayısı ve çeşitliliği arttıkça “çıkış yapan yazar” olmak daha güçleşiyor. Gün geçtikçe yazarlar hem okuyucularına ulaşmakta güçlük çekecekler hem de yazdıklarını beğendirmek gittikçe zorlaşacak. Çünkü çok iyi fikirleriniz bile olsa yazdıklarınızı doğru şekilde ifade edememişseniz, okuyucuların bir sonraki ve daha taze yazar alternatifine yöneliverecekler. Bu sebeple kitap, kendisine dikkat çekiyor, bu kitabı dikkatle okuyan ve içindekileri uygulayan yeni yazarlar bu engeli daha kolay aşacaklar diyerek iddiasını ortaya koyuyor.
Bu iddiası bence yerinde bir soruna parmak basıyor ve bakalım kitabın geri kalanında nasıl çözümler öneriyor…
Kitap da yazma prosesinin kendisi gibi üç bölümden oluşuyor.
- Eylem için organize olma.
- Ortaya bir taslak koyma.
- Taslağı cilalama.
Kitabın bu aşamalarda neler yapılması gerektiğini yine madde madde incelemeye başladığını görüyoruz.
1- Yazma eylemi için organize olma, yani hazırlanma aşaması genel olarak düşünme, listeler hazırlama ve bir şeyleri toparlama süreci olarak tanımlanıyor ve yine bu süreç detaylı olarak ve madde madde inceleniyor.
Adım 1 – Kategorini seç. Kurmaca olsun olmasın yüzlerce kategorinin olduğu bir alanda siz başladığınız bu projede nerede duruyorsunuz? Biz bu aşamayı kurmaca senaryo yazarlığı açısından düşünecek olursak “türünü belirle” şeklinde indirgeyebiliriz. Ana kategoriler Tragedya ve Komedi. Her birinin de alt türleri mevcut. Kafanızda kurgulamaya başladığınız öykü hangi türe ait? Bittiğinde nasıl bir filmin senaryosu olacak? Bu türler hakkında en azından ansiklopedik bilgilere sahip olmanızda fayda var tabii ki.
Adım 2 – Noktalarını seç. Yani ana fikrin ne ve bu ana fikri destekleyen nasıl detaylara sahipsin. Yani asıl yazma işine başlamadan önce ana fikrimizi toparlayıp bu ana fikri destekleyen neler yapacağımızı belirlememizin iyi olacağını söylüyor yazarlar. Ve ekliyorlar: Fikir herkeste var. Sizi yazar olarak var edecek olan şey ayrıntılardır. Yani sadece sizi harekete geçiren fikir yetmez. İnce ince bu fikri işlemeniz gerekiyor. Bu aşamada bunları listeleyin. Bu listeleme işi için de bir açılım derlemişler, diyorlar ki
- Önce hedef kitlenizi tanımlayın. Bu öyküyü kime anlatıyorsunuz, bu yazıyı kim okusun?
- Kim anlatıyor. Kendinizi tanımlayın. Neden sen bu öyküyü anlatıyorsun?
- Ne anlatıyorsun? Konu ne? Şiirsel anlatımlar değil, teknik bir metin gibi düşünün.
- Amaç ne? Ne hedefliyorsun?
- Bir hedef tanımladın, tamam, ama buna dayanakların neler?
- Bu amaçla ilgili olabilecek elinde eteğinde neler var?
- Bir sonraki adım ne? Yani vizyonun ne? Kurmaca bir öykü için daha teknik olarak ifade edecek olursak (ki bu yorum bana ait) öykünü anlatmayı bitirdin. Öykünün evreninde nasıl bir gelecek kurmuş oldun?
Adım 3 – Kitabın yazarları diyor ki “Detayları toplamak adlı bu adım, markette akşamki parti için alışveriş yapmaya benzer”. Bu aşamada Umutlu Ol, Enerji dolu ol, İnatçı ol, Hayal kur.
Bütün bunları hakkını vererek yaptıysak artık Ortaya bir taslak koyma aşamasına geldik demektir. Bakalım bu aşama için bize neler söyleyecekler?
Bu aşamada kitap, ilk taslağı ortaya çıkarmak konusunu da esas olarak odaklanma, karalama ve inşa etme olarak tanımlıyor. Bu konuda şu başlıkların altında tek tek detaylı inceleme ve sorgulamalar gerçekleştiriyor.
- Yazdıklarınızın ortak bir duygu, ortak bir tema altında toplanmış olması gerekiyor. Sözgelimi bir komedi filmi senaryosu yazıyorsak, her sahne komik olacak ya da bir korku filmi ise bu senaryo, her yeri korkunç olacak demek değil. Sinemada belki de daha çok atmosfer olarak tanımladığımız konudan bahsediliyor aslında. Seyircinizi ya da okuyucunuzu bir anlamda kendi ringinize çekip orada pataklamaya çalışın diyorlar.
- Sınırlarınızı belirleyin. Sınırlarınızı çizmek size şu ana dek yaptıklarınızı görmeye ve ortaya çıkacak ilk taslağın da iskeletini ayağa kaldırmanıza yarayacak (mış).
- Son aşamada da artık mekanik olarak bilgisayarın başına oturup yazmak var.
Bu aşamada bir sinemacı olarak bu söylenenleri sinema diline kendimce tercüme etmek istiyorum: temanın belirlenmesi işi daha bizim sinopsis adını verdiğimiz, 90 dakikalık sinema filmi için dolu dolu iki A4 sayfası uzunluğunda öykünün özetinde ortaya çıkar. Sinopsis edebi bir metin değil, okuyucusu da seyirci değil. Acemi senaristlerin en çok yaptığı hatalardan biridir bu. Sinopsis, tretman ya da senaryonuzu seyirci okuyacakmış gibi yazıyorsunuz. Yapmayın! Siz kamera arkasındaki profesyonel insanlardan birisiniz artık. Yazdıklarınızı da aktörler dahil sizin gibi sinema profesyonelleri okuyacak. Sinopsis, tretman ve senaryo yazarken yönetmenle, ışıkçılarla, oyuncularla ya da yapımcılarla falan konuşuyorsunuz, bunu unutmayın. Sürprizlerinizi twistlerinizi falan saklamayın. Duygusuz ve mekanik bir şekilde duygu dolu olaylar anlatın. Sayfalarınız duygu ya da düşüncelerle dolu olsun ama açık olun. Sanatınız görüntüde olacak, sayfalardaki kelimelerde değil.
Sınırları belirleme aşaması ise sinemacıların daha çok tretman dedikleri aşamada gerçekleşir. Tretman, senaryonun sahne sahne özeti gibi bir şeydir. Önce senaryoyu yazıp sonra tretman için özet çıkarmaya çalışıyorsanız bir yerlerde hata yapıyorsunuz demektir.
Şimdi geldik kitaptaki son aşamaya: Taslağı cilala. (Karate Kid: Cilala, parlat)
Ortaya bir taslak çıktı. Tretman yazdık. Karşımızda şimdi dokuz maddeli bir yönerge, bir rehber var:
- Doğru düzgün, yanlışsız bir metin yazmış olun. Anlattığınız konuyu bilin ve seyircinizin bildiği ama sizin bilmediğiniz ya da atladığınız hakikat parçası olmasın. Bütün anlattıklarınızın çöpe gitmesini istemiyorsanız bir tane bile yanlış yapmamaya özen göstermelisiniz. Özellikle kendi uzmanlık alanı dışında yazan yazarlar için büyük bir tehdit söz konusu burada. Tretmanı ya da ortaya çıkan taslağı bu bağlamda didik didik etmelisiniz.
- Açık ve kesin olun. Muğlaklık bir öykünün içeriğinde elbette ki olabilir. Ama yazarın yazdıkları muğlak bir şeyden bahsediyorsa bile metnin kendisi muğlak olmamalıdır.
- Tutarlı olun. Yazdıklarınızı bir de tutarlılık testinden geçirin. Yazdıklarınızın siz arkasında durun ki seyirci/okuyucu da arkasında duracak hale gelsin. İnanın ki inandırıcı olun. Yazdıklarınıza siz tam inanmıyorsanız, seyirci/okuyucu neden inansın?
- Lafı dolandırmayın. Dolaysız anlatım her zaman iyidir. Karmaşık olmaya çalışmayın. Sanat sadelikten yanadır.
- Adil olun. Yazdıklarınıza karşı bile. Tezlerinizde adil olun, tezinizi anlatırken başvurduğunuz detaylarda da kendi yazdıklarınıza torpil yapmayın.
- Seviyenizi, derinliğinizi koruyun. Aynı anda hem zevzek hem de oturaklı olamazsınız. Seviyesizlik ile komik ya da eğlenceli olmak aynı şey değildir.
- Üslubunuzu koruyun. Konuşurken ses tonunuzu zırt pırt değiştirmemek gibi bir şey bu…
- Daha teknik bir rehberlik maddesi olarak sayfa düzeninizi, paragraflarınızı, diyaloglarınızı, sayfa formatınızı sektör standartlarına uygun ve doğru bir şekilde düzenleyin. Kimsenin sizin darmadağınık sayfalarınıza bakıp yazılanları okumadan senaryonuzu bir kenara fırlatmasını istemezsiniz.
- Dilbilgisi kurallarına uyun. Hangi de ayrı yazılır, hangisi bitişik bilmiyorsanız öğrenin. Sizin bilmediğinizi düşünmeleri yazar için iyi şeyler düşündürtmez. Özellikle yarışma vs. gibi yerlere senaryo gönderiyorsanız…
Kitap bu maddeleri sıraladıktan sonra kurmaca olmayan örneklerle cilalanmış ve cilasız metin örnekleri veriyor. Her bir cilalama yönteminin nasıl işlediğine dair örnekler de bulabiliyorsunuz sayfalar arasında.
Yazarlar, son bölümde de bütün bu maddeleri uygularken ya da uygulamaya çalışırken ne gibi sorunlar yaşayabileceğinizden bahsediyor. Mesela diyor ki; Yazma işi hem fiziksel olarak hem de duygusal olarak yorucu bir iştir. Yıpratır insanı. Çok emek verdiniz, bir sürü şey de yaptınız, yazdınız. Ama diyelim ki tıkandınız. Şimdi ne olacak? Savaşmayın.Kitaptaki tavsiyelerden biri şu: Ara verin. Çalışma saatlerini yine planlayın ama tıkanıklık sırasında bırakın, bir sonraki çalışma vaktinizde yeniden deneyin. Varsayımsal bir kaç soru ve cevapla olası sorunları tartışarak kitap sona eriyor.
Buraya kadar kitaba dair verdiğim özeti takip edebildiyseniz göreceğiniz şey şu olacak: Yazma işi zannedildiği gibi kırlarda ağzında çiçekle dolaşıp yuvarlanırken yapılan bir iş değil. İlham ve sanatkarca duyguların ardından gelen son derece analitik ve disiplin gerektiren, yorucu bir iş. Bir yandan da ilhamlara her daim açık olduğunuz bir iş. İlham da zaten böyle yorgunluk ve disiplin olan yerlerde ortaya çıkıveriyor. Yani ne kadar ekmek o kadar köfte.
There are no comments.