26
Senaryo Nasıl Yazılır – 7
Bir resim kursuna gidecek olursanız, ilk dersinizde sizi bir tuvalin önüne oturtup şöyle bir resmin;
Ya da şöyle bir resmin;
nasıl çizildiğini anlatacaklarını sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Kalemler ve kağıtlar hakkında kabaca bir bilgi verdikten sonra büyük ihtimalle önünüze bir vazo koyulacak ve gördüğünüz haliyle kağıda çizmeniz istenecek. Picasso olma yolunda attığınız ilk adımın bu kadar basit olması size bir resim kursu öğrencisi olarak ağır geliyorsa kursa devam etmeyin daha iyi.
O halde sinema eğitimine neden Trier, Malick, Tarantino ya da söz gelimi Hitchcock’la başlamanız gerektiğini düşünüyorsunuz? İlk kısa filmini çeken genç bir sinema öğrencisinin, Tarkovski ya da Bresson’la aşık atmaya çalışmasını kötüleyip engellemeye çalışmak değil niyetim elbette ama bir yöntem hatası olduğunu söylemeden de edemeyeceğim. Sinema sanatının öncüleri ve bazı doruk sinemacılar, hem toplumlarının hem de yıllarını verdikleri yoğun kişisel gayretlerinin ürünüdür. Tarkovski’yi Sovyetler Birliği olmadan düşünemeyiz. 17 yaşındaki genç sinemacı adayı neyin ürünüdür? Modern sanat ve modern sinema, özellikle batı toplumlarındaki üç yüz, belki dört yüz yıllık, sayısız çatışma ve dönüşümün sonucudur. Rasyonel devrim olmadan, kolonyalizm olmadan, sanayi devrimi olmadan, iki dünya savaşı olmadan bugünün sanatını düşünemeyiz. Tarihsel, sosyolojik, psikolojik, teknolojik, siyasi, bilimsel sebepler ve sonuçlardır bugünün dünyasının resmini çizen. ‘1850 sonrası İngiltere’ olmadan Marksizm düşünülemez. Hasılı kelam, genç sinemacıların da her şeyden önce sinemasal yeteneklerini geliştirecekleri kendilerine has ‘vazolar’ var. Picasso olmak zaman ister. Çok emek ister. Hitchcock olmak da öyle.
Senaryo yazarlığının ilk önemli adımı anlatacak bir fikre sahip olmaktır. Zaman hızla akıyor. Bugün, yaklaşık yüz yıldır alışageldiğimiz sinema dili değişiyor. Online video barındırma siteleri ya da online hizmet veren, adına televizyon diyemeyeceğimiz online platformlar görsel anlatı dilini değiştiriyorlar. Pek çok şey değişebilir. Artık ortalama doksan dakikalık sinema filmi süresi bir öykü anlatmak için standart bir süre olarak kabul edilmeyecek. Bugün görüntülü anlatı bir kaç saniyeden başlayıp yüzlerce saate varan sürelere yayılabiliyor. Bütün sezon bölümleri aynı anda seyircisine sunulan dizi filmlerden bahsediyorum. Teknoloji pek çok şeyi değiştiriyor.
Genel bir tanımlama yoluna gidecek olursak;
40 dakikaya kadar uzunluğa sahip olan filmler türünden bağımsız olarak ‘Kısa Film’ olarak kabul ediliyor. Bazı film festivalleri kısa film kategorisinde 30 dakika sınırı koyuyorlar. Yine genel olarak bir dizi filmin bölümleri 40 ila 60 dakika kadar bir süreye sahip oluyor. Sezon olarak adlandırılan dizi film bölümlerinin oluşturduğu blok yaklaşık 13 bölümden oluşuyor. Film yapımcıları, -eli yüzü düzgün bir dizi filmden bahsediyorsak- bir yıl içinde yukarıda bahsi geçtiği kadar bölüm süreleri olan bir dizi filmin 10 ila 20 bölümünün çekilebileceğini biliyorlar. Tabi buna tek mekanda geçen sit-com’lar dahil değil. İngilizce durum komedisi kelimelerinin kısaltılarak kullanılması sonucu oluşan bu kelime, ortalama yirmi dakikalık bölümlerden oluşan ve hafta içi beş gün yayınlanan, genellikle komedi türündeki bir televizyon kurmacası formatını ifade etmeye yarıyor. Sinema tarihinde bazı film yapımcılarının yedi sekiz saatlik filmler yaptığını biliyoruz. Ne var ki aynı zamanda ticari bir ürün de olan sinema filmi formatı da genel olarak doksan dakika kabul ediliyor. Eğer destansı bir film çekiyorsanız bu süreyi uzatmanıza ne salon sahipleri ne de yapımcılar itiraz etmiyorlar. Braveheart, Ben Hur, ya da Patton gibi filmlerin anlattıkları konu gereği doksan dakikaya sığıştırmalarının uygun olmayacağı düşünülüyor. Öte yandan unutmamak gerekir ki, söz gelimi, dünya tarihini beş dakikada anlatan videolar çağında yaşamaktayız.
YouTube gibi sayısız video barındıran siteler sayesinde çektiğiniz bir filmi çevrimiçi evrende gösterebiliyorsunuz. Üstelik filminizin ne kadar izlendiğini her an görebiliyorsunuz. Bildiğimiz haliyle sinemanın sahip olmadığı bir şans bu. Çevrimiçi dünyanın kendine göre farklı kuralları ve özellikleri var.
Kaotik bir durumla karşı karşıya olduğumuz düşünülmesin. Pek çok şey değişebilir. Ama değişmeyen çok önemli gerçekler de var. Değişmeyen ve değişmeyecek olan şeyi merak ediyorsanız sizi şuraya, şuraya ve şuraya alalım.
Bir Yaratıcı Fikir, vaatlerle dolu bir tuvaldir. Ya da istediğiniz heykeli yontmanıza müsaade edecek bir mermer bloğudur. Günümüz Türkiye’si için daha kolay anlaşılabilir bir benzetme yapalım: Bir inşaat yapmak istiyorsanız ilk önce arsa seçmeniz gerekir. İyi bir Yaratıcı Fikir üzerine güzel bir senaryo inşa etmek çok daha kolaydır. Bir Yaratıcı Fikre sahip olduktan sonra ilhama açık bir tasarım evresine girmiş olacaksınız. Bir senaryo hocasının dediği gibi bu evrede çok sayıda problem çözmeniz gerekecek. Bazan bir mühendis gibi matematiksel hesaplar yapacaksınız, bazen de bir şair gibi sezgilerin ve duyguların evreninde gezineceksiniz. Nietzsche, sanatın; hem Apollonik hem de Dionizik bir süreç olduğunu söylemiştir. Aynı anda hem mühendis hem de ozan olmanız gerekiyor demektir.
Öykünüz için bir evren kurarken altı temel kavram ve birbirleri arasındaki ilişkiler hakkında üzerinde yoğun kafa yormanız gerekecek.
Bu temel kavramları tanımlayış ve idrak şekliniz sizin kim olduğunuzla yakından ilgilidir hiç şüphesiz. Her biri ile ilgili derin okumalar yapmanızda fayda var. Tablodaki her bir kavramın tarih içindeki ve farklı coğrafyalardaki kavranışı değişiklik göstermiş. Böylelikle söz konusu temel kavramları da daha iyi anlamaya başlayacaksınız. Neden temel kavramlara dikkat çekiyorum? Çünkü bir senarist olarak siz; yağmur yağmasını isterseniz, filminizde yağmur yağar.
PLOT
Yaratıcı Fikir aşamasından sonra yazmanız gereken metne Plot adını verelim. Bu metni kimse sizden istemez, istemeyecek. Siz öykünüzü kurarken böyle bir metni yazmaya ihtiyaç duyacaksınız, duymalısınız. Senaryonuzla ilgili hayati tasarımlarınızı bu aşamada yapmanız gerekiyor. Bir öykünün iki temel unsuru olduğundan bahsetmiştik;
Karakter ve Olaylar.
Plot’unuz karakterlerinizi ve olaylarınızı nasıl bir düzen içinde anlatacağınızı tasarladığınız ilk aşamadır. Bir vazo çizmeye başlamak üzeresiniz. İlk önce çiziminizin kağıdın neresinde duracağına karar vermeli, vazoyu hangi açıdan resmedeceğinizi tasarlamış olmalı, vazo üzerindeki ışığı, kağıdınızın ve kaleminizin kömürünün cinsini doğru bir kombinasyon olacak şekilde hesaplamalısınız.
Bir öyküde ya da senaryoda, karakterlerin düzenleniş yöntemi derken kastedilen şey, karakterlerin öykü boyunca nasıl bir değişim geçireceklerinin tasarlanmasıdır. Bir karakterin kendisi ve evren hakkındaki düşünceleri, algısı ve idraki (evet bunlar farklı şeyler) öykünün başında ve sonunda aynı ise elinizde bir öykü yok demektir. Demek oluyor ki bir öyküde karakterler değişmek zorunda. Bir karakter nasıl değişir?
Olaylar insanları değiştirir.
Ama bir saniye! Çoğu zaman olaylar insanların eylemleri sonucu ortaya çıkar. Olaylar varoluşsal olarak insanlara bağımlıdır. Şöyle açıklayalım: Kimsenin yaşamadığı bir toprak parçasında deprem olması, bir öykücü için bir anlam ifade etmez. Yani fizikteki olay tanımı, bizim bir öykü yazmamız için yeterli değil. Olaylar karşısında insanların durumu etken ya da edilgen olabilir. Bu bir karmaşa değil. Çünkü değişim halindeki insan, farklı zaman dilimlerinde etken ya da edilgen özelliklere sahip olabilir.
Bir anlatıda insanlar (karakterler) olmadan
olaylardan söz etmek mümkün değildir.
Tablomuzdaki hangi temel kavramları, hangileri arasındaki ilişkileri tartışmakta olduğumuza dikkatinizi çekmek isterim. Değişim kavramı sizce tablodaki hangi kavramlarla ilişkilendirilebilir? Çinlilerin binlerce yıldır evrende olup biten her şeyi anlamak için biriktirdikleri bilgeliklerin toplandığı kitabın adı (I Ching) Değişimler Kitabı’dır. Manidar değil mi?
PLOT(*): Boşluklar dahil 1500 vuruşluk bir metinde öykünüzün, olay ve karakterlerinin özetlenmiş halidir.
Acemi yazarlar, yazmaya oturduklarında çoğu zaman tasarım duygusunu kaybederler ve öyküleri üzerindeki kontrolleri de yok olur. Acemi yazarın zihni durmaksızın çalışır, pek çok iç ses, yazma eylemine müdahale eder, yazar da (acemi olduğu için) hangi sesi ciddiye alıp hangisini duymazdan geleceğine karar veremez haldedir. Ayrıca çok sık yaşanan bir başka sorun da, yazarın öykünün bir yerinde söylenecek bir söze, yazarı etkileyen bir sahneye, bir duruma saplanıp kalmasıdır. Gerçekte öykünün amacına hizmet etmeyen, yaratıcı fikri desteklemeyen bir fikirse bu, bütün öykünün gidişatını olumsuz etkileyecek hatalar zinciri ortaya çıkar. Yazar saplantı haline getirdiği sahneyi, lafı yazabilmek için yapılmaması gereken hamleleri yapar. Öykü üzerindeki kontrolü kaybeder, amaçtan uzaklaşır, öykü bütünlüğü zedelenir. Üstelik yazarın saplanıp kaldığı bu küçük parçalar (büyük ihtimalle) yalnızca kendisi için anlamlıdır. Bu durum şiir için anlamlı olabilir. Ancak (genel olarak) sinema bu kadar kişisel değildir. Sinema seyirci için yapılır, ‘kişisel sinema’ pek çok sebeple sinema eğitiminin bir parçası olamaz. Vazo çizmek kişisel değildir. Vazo nesnel bir gerçekliğin tuvale aktarımıdır. Ressam adayının vazo ile ilgili kişisel deneyimi resim hocasının ilgi alanına girmez.
(*) Plot; öyküyü daha iyi kurabilmek için yazarın kişisel gayretidir. Sinema sektöründe geçerli ve yaygın bir tanımlama değildir. Aynı kelimenin farklı anlamlarda kullanıldığını görebilirsiniz. Karakter – Olay tasarımının ilk etabına ben bu ismi verdim siz kendi seçtiğiniz başka bir isim verebilirsiniz.
Very nicely explained. Of course, I read the English translation and may have lost a few subtleties in the process.
Thank you, I’m planning to write in english too, but it’s not so easy to write such articles outside a language of your own.
Resim ve film uymuyla anlatmaniz beni cok etkiledi. Teşekkür ederim