Sinemada devrim

Devrim sinemasını değil, sinemanın devrimini konuşmak istiyorsak klasik ve modern dönemler arasında drama geleneğinin gelişimine göz atmak kaçınılmaz olacaktır. Marvin Carlson’un Tiyatro Teorileri adlı kitabında kronolojik bir sırayla tiyatro ve drama üzerine ortaya konan fikirlerin bir dökümünü bulabiliyoruz. Sinemayı da bu tarihsel arkaplandan bağımsız tutamayız. Teorik olarak, sinema ve tiyatronun aynı gövdenin iki ayrı kolu olduklarını söylemek herhalde hata olmayacaktır.

Aristo’nun Poetika’sı batı uygarlığının bütün sanat görüşünü derinden etkilediği hatta şekillendirdiği gibi Poetika’nın temel konularından biri olan dram sanatı da bu görüşlerden ikibin küsur yıldır en mütevazi deyimiyle etkilenmiştir. Klasik tiyatrodaki üç birlik kuralından (mekan-zaman-olay birliği) başlayarak, Poetika’ya karşı fikirler geliştirilmiş ve bugünlere gelinmiştir. Bu anlamda resim sanatının batıdaki değişimi ile dram sanatının değişimi arasında paralellikler görüyorum. Aydınlanma ve sonrası sanat felsefesindeki değişimlerin, çabaların tümünün kökeninde kavramsal olarak klasik teoriler vardır. Tepki, zaten kelime anlamıyla bir öncülün varlığını gerektirmez mi?

bicim-icerik

En kaba haliyle biçim-içerik eksenindeki yenilik arayışları sayesinde, modernlik sonrası olarak tanımlanmış ya da bu iddiadaki akımlara, her geçen gün yenilerinin eklendiği dönemler yaşadık, yaşıyoruz. Şaka değil, Aristo bu anlamda mutlak otoritesini korumaya devam ediyor. Bu otorite sanat eserlerinde değil, Poetika’sına “anti”ler icat etmeye çalışan sanatçı zihinlerinde yaşıyor. Bütün bu icat çabalarını yine hoyratça sınıflandırmaya tabi tutacak olsak göreceğimiz şey; biçim-içerik dualitesinden kopamayan sanatçı zihninin ağırlıklı olarak biçimsel bir devrim arayışında olduğudur.

Sanatsal bir devrim biçimsel olmak zorunda mıdır? Kurgu gibi biçimsel elementlerle daha ne kadar devrim yapabilirsiniz? Bugün dünyanın dört bir köşesinde çıkış arayan sanatçıların biçimsel aykırılıklar ve eğip bükmelerle debelenmesinin sonu nereye varacak? Şaşırtıcı olmak, sansasyonlar yaratmak için biçimsel sinematik unsurlarla daha ne kadar oynayabilirsiniz? Sanat eseri ve benlik arasındaki sınıra saldırmak için biçimsel anomalilere başvurmaktan sıkılmadınız mı? Ağaçlardan ormanı göremez hale gelen kafası karışık modern insan, araçların kutsallaştırıldığı bir dünyada yapayalnız kalmıştır. İhtiyaç duyulan tek şey sadeliktir. “Good old days” nostaljisinden öte bir durumdur bu.

Bu yüzden biçimsel çabalarla devrim yapmak imkansız hale gelmiştir, kanımızca. Buna rağmen dünyanın her yerinde amacı ister devrim yapmak olsun ister çıkış yapıp şöhrete kavuşmak, pek çok sanatçı biçimsel bir devrimin peşindedir. Peki kalıpların dışına çıkmak imkansız mıdır? Aristo’nun ikibin küsur yıllık bakış açısı kalıplarını kavramsal olarak en tepeye koyduğunuz kadar imkansızdır. Bu kavramsal hiyerarşiyi görmemeyi başarabilirseniz, düşüncede varılabilecek en sade hali ararmaktan yorulmazsanız, bir şansınız olabilir.

Sinemada (hatta sanatta) devrim biçimsel olmayacaktır.

  1. sadık abdullah fidan wrote on Nisan 29th, 2013 at 17:33 Uhr1

    İSM atolyesi başladıgından beri süre gelen sinema, sanat, varlık ve insanlık eksenindeki
    düşüncelerime paralel bir görüşü dile getirmiş olmanız beni pek sevindirdi kıymetli hocam, teşşekkür ederim..

Name*: Website: E-Mail*:

XHTML: You can use these tags:
<a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>