28
Bilimkurgu ne güzel şeydir
Şunu bir düşünün: Bizim için alelade olan şeyler, bir karınca için ne muazzamdır! Örneğin ailenizle geçirdiğiniz neşeli bir piknik sonrasında arkanızda bıraktığınız çer çöp, tabiatın o bölgesinde yaşayan karıncalar için sıradanlığı ne denli bozar, şöyle bir hayal edin. Her gün alışageldiği üzere gidip geldiği ve besin taşıdığı yol üzerinde bir kola kutusu, içinden sızan şekerli gazlı bir sıvı… Kutunun rengi, biçimi, sıcaklığı, kokusu, kutuya dair her şey, o üç beş metrekarelik tabiat parçasında belirgin bir sapma oluşturur. Pipet, meyve artıkları, yırtılmış ve uçuşan gazete kağıtları, belki bir izmarit, piknik tüpünün ıslak çim ve toprak üzerinde bıraktığı doğal olmayacak kadar kusursuz yay şekli… Bizim çevre kirliliği dediğimiz, dikkatsiz bir ailenin pikniğinden arta kalanlar; karıncanın hayatında inanılmaz bir deneyim olacaktır. Asıl şimdi şunu dinleyin: Ya eğer dünya dışı uygarlıklar da o dikkatsiz aile gibi dünyamıza gelip, bu mavi gezegendeki karınca-benzeri yaratıkları umursamadan sağa sola dikkatsizce saçtıkları artıklarını arkalarında bırakıp gitselerdi ne olurdu?
Hiç alışık olmadığımız türden saçmalıklarla başetmek ve neler olup bittiğini anlamak için deliler gibi kafa yoracaktık. İşte iyi bilimkurgu böylesine heyecan verici fikirler anlamına gelir. Gündelik hayattan seçilerek hayalgücünün eline düşen alelade bir gözlem ve iyi bilimkurgu yazarının elinde aldığı inanılmaz hal. Bu hikayede asıl heyecan verici olan soru şudur: İnsandan daha zeki ne demektir? Mantığımızın ötesinde ve ondan daha üstün bir şeyle karşılaşsak ne yapardık? (1) Foucault’un sorduğu gibi: Neyi düşünmek imkansızdır ve hangi imkansızlık sözkonusudur?
Şunu da dinleyin: Güneşimizin evrende tek başına bir yıldız olması nadir rastlanan bir durumdur. Yapılan gözlemlerden elde edilen sonuca göre yıldızlar genellikle iki, üç hatta daha fazla yıldızdan oluşan gruplar halinde yaratılmışlardır. Örneğin güneşimize (dolayısıyla bize) en yakın yıldız sistemi birbirleri etrafında dönen, birbirlerine göre konumları periyodik olarak değişen üç yıldızdan oluşan bir sistemdir: Proxima, Alfa ve Beta Centauri yıldızları sadece güney yarıküreden gözlemlenebilir. Sıkı durun heyecan verici bir başka bilimkurgu fikri geliyor: Bizim tek güneşimiz (yıldızımız) var. Bu yüzden dünyanın kendi etrafındaki dönüşü bize birbirine eş gece ve gündüzü veriyor. İnsanlar olarak binlerce yıldır alıştığımız, kanıksadığımız bir olay, bir sonuç. Ya eğer dünyamız, Proxima, Alfa ve Beta Centauri sistemi gibi üçlü bir yıldız sisteminde yaratılmış olsaydı? Bu üç tane güneşimiz olacağı anlamına gelirdi. Tıpkı Tatooine’de günbatımını seyre dalan Luke gibi hissedecektik. Gökyüzünde her daim en az bir güneş olacağı için gezegenimiz büyük ihtimalle bir çöl gezegeni olacaktı. Tıpkı Tatooine gibi. Ama durun! Bitmedi! Asıl şu fikre bir bakın! Üçlü yıldız sisteminde her yıldız birbirlerine göre periyodik hareketlerini yaparlarken üç güneşin birden gezegenin bir tarafında toplanması çok nadir gerçekleşen bir doğa olayı olacaktı, yani üzerinde hiç güneş batmayan gezegenin geceleri belki binlerce yılda bir kez gerçekleşecekti. Bilimkurgu yazarı bu noktada şunu yazdı: Gecenin ne olduğunu bilmeyen altı güneşli gezegenin insanları için gece, korkunç bir şey olsa gerektir! Binlerce yılda bir kez gerçekleşen gece, belki de bütün gezegendeki insanları çıldırtacak kadar tahrip edici psikolojik etkilere sahip olacaktır. Belki de böyle bir gezegende uygarlık geceden geceye yaşanan uzun gündüzlerde var olacak, gece olunca yeni bir yıkım uygarlık sayacını sıfırlayacaktır… (2)
Bu iki örnek gibi, çok iyi düşünülmüş ve yazılmış o kadar güzel örnekler var ki… Bakın Theodore Sturgeon ne diyor: “İyi bilimkurgu iyi romandır. Bu, sıradan okuyucudan ciddi eleştirmene kadar herkes; bilimkurguyu uzay giysileri içindeki ışın tabancalı kahramanların metal sütyenli kızları pörtlek gözlü canavarların saldırılarından korudukları bilimkurgudan ibaret sanmaktan vazgeçene dek, tekrarlanması gereken bir önermedir.”
Arthur C. Clarke, Ray Bradbury, Philip K. Dick, Stanislaw Lem, J.G. Ballard, Isaac Asimov…
(1) Пикник на обочине – Арка́дий Бори́с Струга́цкий (Uzayda Piknik – Arkadi ve Boris Strugatski) Bu roman aynı zamanda senaryosunu Strugatski Kardeşler’in yazdığı Andrei Tarkovsky’nin Stalker isimli filmine ilham kaynağı olmuştur.
(2) Nightfall – Isaac Asimov. 1941 tarihli bu öykü Asimov’a en saygın bilimkurgu ödülü olan Nebula Ödülü’nü kazandırmıştır.
büyü nedir? hayal edilen olasılıksızların, bir gün tüm olasılıklara gerçek güç tarafından dönüştürülmesidir. tek bir güneş gibi!
Elinize sağlık hocam, sayenizde bilim kurgunun ucundan kıyısından da olsa yakalıyoruz 🙂 Yazıyı okuduktan sonra aklıma gelen bir şey var ki o da şu; bilim kurgu aleladenin ötesinde yeni bir dünya sunuyor ve bu da ilgimizi çekiyor fakat “var olan şeyler”in alelade olduğuna ne zaman ve neden inanmaya başladık? Var olan ya da yaratılmış ne dersek diyelim hiç bir şeyin alelade olduğuna inanmıyorum, sadece bakış açımızın sorunlu olduğunu düşünüyorum. Yeni şeyler bulmak güzeldir, heyecanlıdır ve hatta belki de lazımdır fakat “var olanda bir heyecan yok, öyleyse biz başka bir şey bulalım” diyen bir bilim kurgu anlayışı olmamalı. Belki de hiç bir şeyin aslında alelade olmadığını anladığımızda bilim kurgunun ne de güzel bir şey olduğu herkes – hadi çoğunluk diyelim 🙂 – tarafından anlaşılacaktır kim bilir?
Bu dediğin şey sadece bilimkurgu için değil kurgu için de geçerli. Hatta bu kavramsallaştırmayı büyütebilirsin de: Her şey zaten “gerçek” dediğimiz şeyin ne olduğunu anlama çabası değil mi? Tıpkı sahnedeki gibi sahtelerine bakarak “asıl”ın ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Bu konu uzar 🙂
Ellerinize sağlık Gökhan abi,
Örneğin tamamı kütüphane olan bir gezegen fikri Doctor Who’da mevcuttu. Alışılmadık, fakat düşününce heyecan verici. Çok yakın zamanda Rusya’ya düşen meteor bile uzaylıların piknik yapması kadar alışılmadık bir gerçekti. Ansızın binlerce kişi yaralandı. Bugün de henüz farkında olmasak da bir bilimkurgu romanı gibi yaşıyoruz. Siber savaşlar oluyor, uydularla yeryüzünü izliyoruz – dışarıdan hiçbir tehdit beklemediğimiz için- Mars’ta ufacık, metal görünümlü bir parça bile acaba sorusuyla heveslenmemize yol açıyor…
Fakat biz bütün bunlara rağmen ses getirecek bir bilimkurgu romanı çıkartamıyoruz. Bunun ardındaki sebepleri de irdelesek çok hoş olmaz mı?
Hem de süper olur. Aslına bakarsan ben bu tür sorunların birer “sonuç” olduğunu düşünüyorum. Cevabı aramak için ırmağın yukarılarına, suyun nerede kirlendiğine hatta daha öncesine bakmak lazım. Bu arada blogunu takip ediyorum, çok iyi, senin de ellerine sağlık.
Teşekkürler Gökhan abi. Vakit buldukça eğleniyorum site sayesinde. Ben bu inceleme amacıyla biraz Türk bilimkurgu tarihini araştırayım diyorum. Sonuçları seninle de paylaşırım. Ortak bir araştırma çıkartırız.
Aslında ikinci dünya denilen gezegende Türklere benzeyen uzaylı bir kavim var mı çok merak ediyorum. Hani 18 bin alemden bahsediliyor ya. Bu hangi alem onu da merak ediyorum. Şu üç güneş mevzuu beni hayli heyecanlandırıyor. Güneşin hiç batmadığı kutup noktaları büyük bir iştiyakla görmek istiyorum. Üç güneş olmasa da hiç karanlık olmuyor. Bak yine heyecanlandım.