20
İğneler Burnu
Kayalara çarpan dalgalar bembeyaz köpükler halinde metrelerce yükseliyor. Rüzgar öylesine kuvvetli ki uğultusundan başka bir şey duyabilmek neredeyse imkansız. Önümde uzanan derin sular, sanki kıyıdaki kayaları aşıp toprakla tanışmak, dağlara tırmanmak istiyor. Ufuk çizgisi boyunca sadece okyanus uzanıyor, ne bir ada ne başka bir kara parçası… Yaklaşık dört bin kilometre boyunca bir ada bile yok. Sadece okyanus. Balinaların dünyası.
Dünya üzerindeki yerimiz hakkındaki bilgilerimiz eğitim hayatımız boyunca bize öğretilen harita bilgileri ile oluştu. Harita deyince ülkemizin şekli belki akdeniz ve çevresi ve gittikçe flulaşan bir şekilde dünyanın geri kalanı… Şimdi şu haritaya dikkatlice bakın:
Dünyadaki yerimize ve dünyanın geri kalanını keşfe yeryüzü üzerindeki konumumuzu kavramaya bu açıdan bakarak başlıyor olabilirdik. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Nitekim insanoğluna ait en eski kalıntılardan bazılarının Güney Afrika’da bulunduğunu öğreniyoruz. Bu insanlara ve geliştirecekleri olası haritacılık bilgilerine göre sayfaların aşağısında dünyanın geri kalanı yukarısında ise okyanus ve ötesindeki Antarktika olabilirdi. Dünyanın hiç de azımsanmayacak büyüklüğündeki bu kara ve deniz şekilleri hiç de tanıdık gelmiyor değil mi? Kendi bakış açımıza ne kadar çok değer verdiğimizi bu şekilde anlayabiliyoruz.
Biz küçücük dünyamızda oturup dünyanın geri kalanının bizi yok etmek için ne denli büyük ve haince planlar kurduğunu düşüneduralım; okyanus, kayaları ağır ağır parçalarken o denli bilge ve kayıtsız. Büyük resmi görmek söz konusu edilse her insan kendisini diğerlerinden daha avantajlı hissediyor, şüphesiz. Herkes kendi aklına güveniyor. Akıl kendini yanıltabilir. Çok gezen mi çok okuyan mı diye soran eskilerin bildiği bir şeyler olabilir…
Önümde uzanan okyanusun zaman zaman otuz metre yüksekliği bulduğu söylenen dalgaları kimbilir kaç denizciye mezar oldu, bu karanlık sularda kaç gemi yatıyor bilinmez… Tarihin akışı içinde dünyayı keşfe çıkan onca denizci hangi niyetlerle bu suları aşmaya çalıştılar, korkuları neydi, hayalleri neydi ve ne buldular? Tarihin sayfaları arasında nasıl yer aldılar, nasıl yer alacaklarını hiç düşündüler mi?
Kimileri için haritadaki karanlık bölgelerde zenginlik vardı, kimileri için ise sadece onur ve onurlandırma hayali… Pocahontas ve Avatar, pembe anılardan süzülerek yazılmadı. Portekizcede “iğneler burnu” anlamına gelen Cape L’Agulhas aşılıp da Hint Okyanusu’na yelken açılmaya başlandığında asla unutulmayacak acılar yaşanmaya ve kanamaya devam eden yaralar açılmaya başladı. Kötüleri ve iyileri ilan edip okumayı söken çocuklara verdiğimiz okuma fişlerindeki kadar derin(!) cümlelerle tarihi, bilimi okumaya devam ederken bilgiç huzursuzluklar üretip tek bir faydalı çivi çakmayanları, otobüslere uçaklara doldurup dünyanın konfor olmayan mekanlarında dolaştırmak nasıl olurdu diye hayaller kuruyorum. Cevabı biliyorum: Çoğunluk Kipling’in şiirindeki gibi alicenap tavırlar takınıp kendi ütopyasını pekiştirirdi. Söylenebilecek çok fazla şey yok. Tarih çoğunluklardan bahsederken acımasızdır.
çok farklı bir yazı olmuş. yoksa oralar size farklılık mı katmış?