21
Baklava
Mekanı, zamanı ve kültür, gelenek ve hayatın tüm pratikleri ile bütün rasyonel öncülleri yok ederek kavramsal bir varoluşa zihinsel-hayali bir göç yaşamaya çalışalım. Başarabilirsek tam olarak Einstein’in çok sevdiği bir evrende oluruz. Yani “gedankenexperiment”(*) evreninde…
Öyle bir evren ki sadece siz varsınız bir de karşınızda duran bir masa. Masanın üzerinde de bir tabak dolusu baklava var.
Masaya yaklaşıp baklavayı farkediyorsunuz. Baklavanın varlığını, sizin baklava ile olan ilişkinizi sorgulamaya başlıyorsunuz. Kısacası gedankenexperimentimizdeki epistemolojik süreç başlıyor. Baklava ile ilgili yargılara varmak istiyorsunuz. Aşikar ki bir yönteme ihtiyacınız var.
Baklava üzerine gözlemler yapmaya, ısırıp çiğneyip yutarak deneyler yapmaya başlıyorsunuz. Tadını, kokusunu ve bilumum fiziksel varlığını değişik düzeylerde idrak ediyorsunuz: Fenomen-gözlem-deney.
Adına sonraları “yufka” diyeceğiniz oldukça ince hamur katmanlarının arasında ufalanmış ceviz (ya da fıstık), tatlandırıcı bir sıvı ve ahengi gözeten nitelik ve miktarda yağ ile karşılaşıyorsunuz.
Baklavanın bu varlık durumunu şaşkınlık verici bulmak ya da bulmamak konusunda özgürsünüz. Bir-iki baklavadan götürürken söz konusu katmanların (yufkanın) sahip oldukları incelikle ve düzenle baklavanın oluşumuna katkısını, baklavanın diğer elementlerinin de aynı şekilde varlıklarını bildiğiniz bütün düşünce şekilleriyle anlamaya çalışıyorsunuz. Karşınızda
“yufka bu ince ve yapraksı formuna nasıl kavuşmuş?” (su ve unun uygun şartlarda yufka formuna getirilişi ile ilgili bilgilere ulaşacağınız bölüm burası)
“yufka, baklava içindeki katmansal yapısıyla diğer elementlerin baklava içindeki varlığına nasıl bir katkıda bulunuyor?” (örneğin bir kesit analizi yaparak baklavaya özgü yapıyı çözümleyeceğiniz bölüm burası)
…
gibi sorularla başlangıçtaki bilgi durumunuzdan farklı bir noktaya varmış oluyorsunuz. Baklavanın “nasıl” ve hangi bileşenlerden yapıldığına dair kayda değer bilgilere artık sahipsiniz.
“bu baklavayı kim yapmış?”
“bu baklavayı buraya kim koymuş?”
gibi soruları özellikle sormuyoruz. Çünkü bu sorular gedankenexperimentimizin ilgi alanının dışında kalıyor. Biz daha çok “nasıl” sorusunu soruyor, fenomen üzerine bilgi üretiyoruz. Yöntemimiz (fenomen-gözlem-deney-teori) bize bunu dayatıyor. Gözlem ve deney imkanlarımızın dışındaki sorularla ilgilenmiyoruz. Ayrıca sorularımızı sadece baklava ile ilgili tutmak zorundayız.
Nihayet gedankenexperimentimizin can alıcı noktasına geldik: Baklava deneyi için iki ayrı denek hayal edelim: Baklavanın nasıl yapıldığını bilmeden “götüren” gözlemci ile yukarıda kısaca özetlenen süreçten geçerek “götüren”, bilgi üretmiş gözlemci arasında nasıl bir fark vardır? Bilgi (bütün bu epistemolojik süreç) neyi değiştirmiştir? Baklavaya ve gözlemciye ait hangi gizem (şüphesiz hala deneyimizin gerçekliğinde kalarak) yok olmuştur? Bilgi, baklava ile gözlemci arasındaki ilişkiyi nasıl değiştirmiştir?
…
“Nasıl?” sorusuna verebildiğimiz cevapların varlığa ait hiç bir gizemi yok etmediği sonucuna varmış bulunuyoruz. Fenomen-gözlem-deney-teori dizgesi, bizi yani gözlemciyi “Neden?” gibi gizemli soruların cevabını bulmaya yaklaştırmaz. Baklavanın nasıl yapıldığını biliyor olmak bizi “kim?” ve “neden?” gibi gizemli sorulara verilecek cevaplarda avantajlı hale getirmez.
Popüler kültür, kitle iletişim araçları pseudo-bilim üretme konusunda çok mahir. Popüler kültüre göre patlayan bir volkanın gücü karşısında titreyip tapınma ihtiyacı hisseden insanoğlu, volkanın varlığı ile ilgili “nasıl” sorularına cevap verdikten sonra artık bu ihtiyaçtan arınmış olur. Bir fenomene ait “nasıl?” düzeyindeki sorulara, yani işleyiş sorularına, yani fenomen-gözlem-deney-teori dizgesindeki sorulara cevap vermeyi öğrenen insanoğlu (nasıl oluyorsa), fenomen-gözlem-deney-teori dizgesindeki sorular dışında kalan sorulara cevap verebilme gücü de elde ediveriyor.
Tartışmasız zırva!
Bilim, işleyiş ile ilgilidir. Popüler kültürün oluşturduğu havaya kapılıp bilime alanının dışında bir güç atamak yufka-şurup-cevizi analiz edip baklavacının karakteri hakkında çıkarımlar yapmaktan farksızdır. “Neden?” gibi işleyiş yani fenomen-gözlem-deney-teori dizgesindeki soruların dışında kalan sorulara cevaplar aramak felsefe ve dinin alanına girer.
Bugün “büyük bir kısım” popüler kültürün ve kitle iletişim araçlarının açıkca taraf oldukları pek çok tartışma; örneğin “hayatın kökeni nedir?” gibi fenomen-gözlem-deney-teori dizgesindeymiş izlenimi veren ama bu dizgenin dışında, yani felsefe ve dinin alanındaki sorular etrafında süregelmektedir. Baklavanın nasıl yapıldığı hakkında teorilere sahip bazı bilim insanları, her fırsatta kitle iletişim araçlarında boy gösterip baklavacıya “çakmaktadır”.
Bu yüzden pseudo-bilim ile bilimi birbirinden ayırt etmek elzemdir. Teorilerinizin “doğru olduğuna dair” kanıtlar üretebildiğiniz durumlarda bilim yapmıyorsunuzdur. Teorilerinizin yanlış olduğunun kanıtlanmasına imkan tanıyorsanız sizin alanınız bilimdir. Bir filozof ya da herhangi bir dini inanç sahibi bütün fenomenleri kendi inancı ve öğretileri adına yorumlayabilir. Felsefe, deney ve gözlemle yapılmadığı gibi din de gözlem ve deneyle ilgili değildir. Popper bu yüzden marksist tarihselciliğin, psikanaliz ve evrim teorisinin pseudo-bilim olduğunu iddia etmişti. Popüler kültür üreten “bir kısım iletişim kaynaklarının” çeldirici numarası, felsefe ve dinin ilgi alanına giren soruları bilimsel bir tartışma gibi gösterip kendi inançlarının evangelistliği yapmaktan başka bir şey değildir. Yanlışlanması mümkün olmayan önermeler/kavramlar karşısında (örneğin bilinçaltı kavramı, örneğin hayatın kökeni nedir sorusuna verilecek muhtemel cevaplar) her birey kendi teorisini üretebilir, bu teoriler bilimsel değildir, inançtır.
Kutsal kitapların bu bağlamda bir deney ve gözlem alanı olduğu iddia edilebilir ama işin aslı öyle değillerdir. Örneğin kainatın altı günde yaratıldığını yazan bir kutsal kitap yanlışlanamaz. Söz konusu önermedeki “gün” kavramını “aşama” ya da “evre” olarak yorumlamak mümkündür. Örnekleri çoğaltsanız da inananların benzeri çıkarımlarla inançlarını koruyacaklarını görebilirsiniz. Bunda yanlış bir şey yok. Çünkü din ve bilimi ayrıştıran nokta tam olarak burasıdır. İnananlar (ya da filozoflar) bu düşünce yöntemine başvurmakta özgürdür. Yanlışlanabilmeye açık önermeler üretmek, onların sorumluluğu değildir. Ama bilim üretenler yanlışlanabilmeye açık olmak zorundadırlar. Evrim teorisi dahilindeki tüm önermelerin yanlışlanabilir olması zorunludur. Yoksa söz konusu teori bilimsel olmaktan çıkar. Örneğin kuşların nasıl evrimleştiğine dair geliştirilen fikirlerin önemli bir kısmının bu bağlamda dini hikayelerden, menkıbelerden kavramsal bir farkı yoktur.
Popüler kültürde yer alan “bilim insanı” ikonlarına ve onlara ait görsellere baktığınızda belirgin bir mistisizm göze çarpmaktadır. Tıpkı havariler ya da ermişler gibi mistisize edilmektedirler. Evrenin sırlarını çözmekle meşgul “Dalgın Einstein” menkıbeleri anlatılmaktadır. Galaksi görselleriyle fotoşoplanmış dağınık beyaz saçlı Einstein modern zaman popüler kültür ikonu haline gelmiştir.
Stephen Hawking’in “uçuk” ve biz sıradan insanlardan çok yüce mistik hali, acılar içinde bir ömür geçirdiğine inanılan Eyyub peygamber ile yarışmaktadır.
Bu yeni havarilerin bilimi dinselleştiren iddiaları ise örneklendirmekle bitmeyecek kadar çoktur. Bilim ve din çatışmasının bilimselleşen din ve dinselleşen bilimden oluşan gri alanda vuku bulduğunu görmek ise sokaktaki insan için oldukça zordur. Tanrı inancı (ya da inançsızlığı) bilimden öncedir. Bir bilimadamı bir öncül olarak inancı ya da inançsızlığıyla laboratuvara girer. Yaptığı deney ya da gözlem ne olursa olsun onu inançlı ya da inançsız yapmaz. Evrendeki muhteşem uyum, Kozmos, bir insanda saygı uyandırabilir, bu o insanı bir Yaratıcı’nın varlığına ikna edebilir, yanlışlanabilir önermeler bütünü olan bilim, o insanı ateist olmaya icbar etmez.
Küresel iletişim kaynaklarının büyük bir çoğunluğu tarafından sokaktaki insana, yani bizlere biçilen görev; her zaman olduğu gibi sorgulamadan tüketmektir. İşin ironik tarafı tüketim toplumu karşıtı olduğunu iddia eden grupların bu tüketimi sorgusuz hatta gönüllü olarak yürütmeleridir.
Baklavanın yapısı, elementleri, biçimi başka bir şeydir, baklavanın anlamı ve tüketicisi ile ilişkisi başka bir şeydir. Baklavanın nasıl yapıldığını bilmek onu değersiz kılmadığı gibi tadına baktıktan sonra teşekkür etmeye de engel değildir.
(*) gedankenexperiment: Düşünce Deneyi
Pseudo-bilim ile bilimi birbirinden ayırt etmek elzemdir. http://t.co/8jxpqPSB
http://www.gokhanyorgancigil.com/?p=1137