13
Birey Olmak
Birey olabilmek için her şeyi feda ettik. Daha doğrusu birey olabilmek için her şeyi feda edenlerin arkasına takıldık. Birey olmayı tanımlayanlar, başkalarını “cehennem” olarak tanımlayanlardı o peşinden gittiklerimiz. Kendi dışımızdaki bütün evren düşmandı; kesin ve muhkem duvarlar örerek benliğimizin etrafına, öz alanımızda, krallığımızı ilan ettik.
Benliğimizin çok yakın çevresinde Öz-Krallığımızı kurduk ama belki de tarihin en büyük ironisi olarak diktatörlerle sarıldı dört bir yanımız. Bilgi başımızı döndürdü hatta zehirledi bizi. Bildiğimiz için inanmaya gerek kalmadığını zannettik. Açıklayabildiğimiz, formülleştirebildiğimiz her şeyi fethettik. Bütün kutsallar işgal edildi, Birey’in bayrağı havalandı kutsalın göğsüne saplanan bir mızrağın üzerinde. Yalancı bir fetihti bu. Aslında fetih değil belki de haneye tecavüzdü.
Filozoflar birey olmanın erdemlerini anlattılar, insana bin bir türlü yakıştırmalar yaparak. Başkaldırı yüzyılları yaşandı. Önceleri nadir rastlanırdı, belki yüz yılda bir. Ama şimdi her köşe başı bir firavun tarafından çevrilmiş durumda. “Aydınlanma” filozofları bizi toplumun sıradan ama işlevsel bir ferdi olmaktan çıkarıp firavuna dönüştürdü. Ama olsun birey olduk ya o yeter! Ne aydınlanma ama!
Bilgi güçtür dedi birisi, bireyi bilgiyle silahlandırdı ama hikmeti yok etti, kayıp cennete attı. Birey olduk ya, o yüzden bilgiyle, güçle ve konforla donattık evrenimizi. Her şey birey olabilmek için. Bilgiçlik yaptık, su molekülünü atomlarına ayırıp, kuanta kuramlarını mekanik yasalarıyla birleştirdik, evren adı verilen su tulumbasının nasıl işlediğini çözmek için… Çok akıllıyız ya, bu yüzden bildik, öğrendik, üzerine tezler, bilimsel makaleler yazdık ama bir bardak soğuk suyun verdiği mutluluğu ve şükran hissini unuttuk. Çünkü evren bir su tulumbası değildi gerçekte.
Tevazunun yerini laf ebeliği aldı. Çünkü bu bilimsel yaklaşımın, bilimin gereği idi. Kadim geçmişin bütün erdemlerinin yazıldığı kitaplardan çok daha fazla kitabımız var. Kütüphaneler dolusu bilgiye sahibiz. Bildikçe burnumuzun önünü göremez hale geldik ama biliyoruz ya o yeter! Kuru bir asma dalının ucundaki üzüm tanesi gülüyor halimize. Acıyor bize.
Bir şeyleri bilmediğini itiraf edebilecek kimse kalmadı. Çünkü birey olduk. Güçsüzlüğü kim itiraf edebilir? Dik durmak en büyük erdem ya! Bilgi güçtür ya!
Homo Fidei; “İnanan insan” konfor istemediği için, tüketim lordlarının yoluna su serpmediği için, birey olamadığı için, başkaldırıya yanaşmadığı için; hakkında söylenmedik kötü söz kalmadı. Bilim dışı oldu, faşist oldu, gerici oldu, deli oldu, köle oldu. Bunu sözümona birey olabilenler söyledi. Güçlü olanlar söyledi. Gücü eline alma histerisine kapılanlar söyledi. Adı bile anılmadı. Homo Economicus, Homo Politicus; bilgiliydi, bireydi. Ama işin gerçeği Bradbury’nin itfaiyecileri onlardı, kitapları asıl yakanlar onlardı. Söylesenize hangi egemen, küresel ve ekonomik güç, oruç tutan bir insanı sever?
Birey olduğunu zannedenler! Başkaldırınızı etrafınızı kuşatan hedonizme göstersenize! Zor mu yoksa? Hayatınızda kaç defa hiç bir maddesel karşılık beklemeden bir başkası için tek bir eylem yaptınız? Mallarınızla ve canınızla?
Oysa; bilgi yüktür, güç varsanıdır. Akıl kimsenin tekelinde değildir. Akılcılık yükten ve varsanıdan kurtarıyor ve hikmete ulaştırıyorsa işe yarar. Yoksa kişinin üzerine yapışan bir lanettir.
…çünkü birey olduk. Güçsüzlüğü kim itiraf edebilir? Dik durmak en büyük erdem ya! Bilgi güçtür ya! http://t.co/l0aerBPC
Beşeri kökenli sistemler (ister bireyciliği ister başka bir şeyi savunsun) bir yerinde mutlaka bir eksik gedik barındırmaya mecbur çünkü insan noksan bir varlık. İnsanın (bundan önceki çağlarda olduğu gibi) bundan sonraki çağlarda da herkesi kapsayıcı, bütünlüklü ve adaletli bir sistemi sadece kendi aklına dayanarak üretip sonra da bunu yıkılmaz bir biçimde devam ettirebileceğine inanmıyorum. Burada ve ötesinde gerçek mutluluk ve adaleti sağlayacak bir sistem ancak İlahi kökenli olabilir.
Yazınız için teşekkürler. Çok güzel olmuş. Bir iç sorgulamaya -muhasebeye davet etmişsiniz. Merhum Ali Şeriati’nin “İnsanın Dört Zindanı” adlı kitabı geldi hatırıma. İnsanı baskı altına alan ve özgürlüğünü kısıtlayan dört şey olduğunu söyler. Doğa, Tarih, Toplum ve İnsanın kendi ‘Ben’i. Bilimin yükselişiyle birlikte ilk üçünden kurtulmanın ya da onlarla baş etmenin yollarını bulmuştur insanoğlu. Ama bu insanın büyük bir boşuk ve anlamsızlık duygusuna düşmesine engel olamamıştır. Çünkü insan kendi zindanından kurtulamamıştır. İnsanın “beni” güçlendikçe kendi zindanının duvarları kalınlaşmıştır adeta. Ali Şeriatı insanın kendisinden kurtulmanın yolunun ise ancak üstün bir inanç ve aşk ile olduğunu söyler. Hangi inanç kişinin kendisini merkeze koyar ki? Hangi aşık kendine aşıktır sadece? Benliğimizi kenara çekelim, biraz da öyle seyr edelim alemde.
🙂 Harika bir yorum. İnanki kendim yazmışım gibi okudum.Yani fikriyatımıza tercüman olmuşsun. Paylaşımın için teşekkür ederim.Böyle senin gibi hem içe hem dışa dönük sorgulayabilen, bunu da anlaşılır bir dille satıra döken beyinler ve dimağlar olduğu için çok mutlu oldum.Farkındalık oluşturan bu tesbitlerine imzamı atarım.Ellerin dert görmesin Gökhan Bey.Muhabbetle kal…
“Kuru bir asma dalının ucundaki üzüm tanesi gülüyor halimize. Acıyor bize.”
Evet bence de bilgi güçtür. Ama bu güç beni kendi köşeme itmemeli. İnsanlardan soyutlaştırmamalı. Nefsimi firavunlaştırmamalı. Bu gücü kullanmalı ve umumun faydasına sunmalı… Bilen bir doktor güçlü bir doktordur. Bilmeyen ise zayıftır, topluma zarar verir, can yakar. Hatta gün gelir yuva yıkar. Bilen bir senarist, yönetmen vs. güçlüdür. Topluma gerçeği, doğruyu gösterir. Bilmeyen ise hayvani arzuları, insada var olan ama hayvana yakışan istekleri tatmin edecek eserler koyar ortaya. Yani bence bilgi insanları bir arada tuttuğu müddetçe, insanlığa hizmet ettiği
müddetçe güçtür. Hem de çok büyük bir güç. Yeri gelir zulme karşı bir kalkan olur, yeri gelir adaleti sağlayan bir terazi. Ama insanı insandan uzaklaştıran, ona bulutların üstünden insanlara baktıran ve küçük dağları ben yarattım edasını veren şey ise bilgi değil basit bir eğlence malzemesidir.
Güç sahibi için risktir. Güçlü olan zalim olma riskiyle, ihtimaliyle yüz yüzedir. Gücün nasıl kullanılacağı konusu ya da kullananın niyeti elbette etkili. Ne kadar güç o kadar risk. Geri kalan her şey de böyledir.
Yani adil güçlü kahramanlar zalim olma riskiyle karşı karşıyaken iradeleriyle adil olma yolunu seçmiş ve insanların gönlünde yer edinmişlerdir. Gücü zulümden yana kullananlar ise tarihe defterine isimlerini kan mürekkebiyle yazmışlardır.
çok güzel