13
Size acilen bir ürün gerekiyor!
Reklamcıyım. Kainatı kirletiyorum. Ben size pis şeyleri bile satan adamım. Asla sahip olamayacağınız o şeylerin hayalini kurduran… Photoshop’ta rötuşlanmış kusursuz bir mutluluk… Kılı kırk yararak oluşturulmuş görüntüler, moda müzikler. zar zor biriktirdiğiniz paralarla, son kampanyada itelediğim rüyalarınızın arabasını satın almayı başardığınızda ben onu çoktan demode etmiş olacağım. Sizi yenilik bağimlisi yapiyorum. yeniliğin avantajı, hiçbir zaman yeni kalmamasıdır. salyalarınızı akıtmak: benim görevim bu. Benim mesleğimde kimse mutlu olmanızı istemez, çünkü mutlu insanlar tüketmezler. çektiğiniz acı, ticareti canlandırıyor. Bizim jargonumuzda buna “alışveriş sonrası düşü kırıklığı” deniyor. Size acilen bir ürün gerekiyor; ama ona sahip olur olmaz bir başkasına ihtiyaç duyuyorsunuz… İhtiyaçlar meydana getirmek için kıskançlığı, acıyı, doyumsuzluğu körüklemek gerekiyor. İşte benim savaş gereçlerim bunlar. Hedefim ise sizsiniz. (…)
Reklam, insanlığı köleleştirmek için düşük profilli olmayı, esnekliği ve ikna yöntemini seçti. İnsanın insana egemen olduğu günden beri ilk kez, karşısında özgürlüğün bile işe yaramadığı bir egemenlik sisteminde yaşıyoruz. Tersine, sistem bütün kozlarını özgürlük üzerine oynuyor; en büyük buluşu da bu zaten. Her tür yergi, yılış yılış hoşgörüsünün yarattığı yanılsamayı güçlendiriyor. Sistem size kibarca boyun eğdiriyor. Her şey serbest. Sistem hedefine ulaştı: itaatsizlik bile bir itaat biçimi haline geldi. (…)
Buradan çıkmanın yolu yok. Bütün kapılar sürgülü, dudaklarda tebessüm. Geri ödenecek kredilerle, taksitlerle, kiralarla kıskıvrak bağlanıyorsunuz. Halinizden memnun değil misiniz? Dışarıda milyonlarca işsiz yerinizin boşalmasını bekliyor. Dilediğiniz kadar bağırıp çağırabilirsiniz, Churchill cevabı çoktan verdi: “Diğer hepsi bir yana, bu, en kötü sistem” Bizi hain yerine koymadı, “en iyi sistem” demedi… “En kötüsü” dedi.
Mutluluk kavramının bir fetiş olduğu ve yeni tanımı gereği sadece tüketime yaradığı bir dünyada “tuzu kuru”, çoğu zaman da samimiyetsiz olmakla suçlanan (belki gerçekten de öyle) Frédéric Beigbeder’in her baskıda adı değişen kitabı 3900’dan yukarıdaki satırlar. Satın alma ve tüketim meselesine dikkat çekmek isteyen yazar kitabının adının fiyatıyla aynı olmasını istemiş. Fransada 99 Frank, euro’ya çeçtikten sonra 14,99 euro olmuş. Türkiye’de kitabın adı önce 3900 TL idi. Sonra 4900 şimdilerde bulabileceğiniz son baskısında 9900. Kitap “sistem”e dışarıdan bakmayı sağlasa da sistemden kurtulma yollarını okuyucuya bırakıyor. Her gün üzerinde konuşulması gereken, gündemden hiç düşmemesi gereken bir konu bu.
Distopik romanlarda ya da filmlerde gördüğümüz köleleştirilmiş kalabalıklar var ya… İşte öyle bir kalabalığın içindeyiz ve nasıl kurtulacağımızı bilmiyoruz. Köleleştirilmiş kalabalık rolünü oynarken de kendimizi “Just Do It” gibi sloganlar eşliğinde aldığımız ürünler sayesinde özgür zannediyoruz. Bütün değer yargılarımızı “tüketime yönlendiriyor, öyleyse kötü” şeklinde yeniden düzenlememiz gerekiyor ama nafile. Çünkü ihtiyaçlarımız zannettiğimiz şeyler aslında ihtiyaç değiller. Mutsuzluğumuz sistemin sermayesi. Bütün hesap da 3 günlük “bedensel-tensel” hayatımıza göre yapılmış. Sistemle savaşmaya karar verip katarsis beklentisi içine girsek bile çözüm olarak öngördüğümüz şeyde, kendimiz için tensel bir açılım düşünüyoruz ve o zaman kendimizi sadece “onlara var da bize yok mu” düzeyinde bir eleştiri yaparken buluyoruz, ki buna marksizm deniyor daha havalı olsun diye. Çok tartışma götürür bu konu… Sistem tartışmaya hiç girmiyor oysa. Çevreci eylemler, G8 karşıtı, küresellik karşıtı havalı sloganlar da mutluluk fetişimiz içinde yerini alsın bakalım. İhtiyacının ne olduğu bilmeyen bireyleriz, ama “birey” olduk ya o bize yeter. Hep aynı noktaya geliyoruz: sistemi ben kurmadım, neden ben çözmeliyim? Çünkü ben mağduruyum sistemin. Peki o halde nasıl çözeceğim? Çok basit: sistemin dışına çıkarak. Sistemin dışında ne var? Sistemin dışında sadece anarşizm olduğunu kulağımıza fısıldayan şey sistemin kendisi, hemen uyarmış olayım. Anarşist ol sisteme entegre ol. Özgürlük varsanısı içinde yaşamaya devam edelim. Çözümün -sistem içinde olmanın sonucu olarak- acı vermeden olmasını istiyoruz. Demek ki ilk adım kendini belli etmeye başladı: Acıdan korkma, konforla kafayı bozma! Birey olma saplantısı içinde olduğumuz için bencil bir yaratığa dönüştük. Bir başkasını kendimize tercih ettiğimizi hayal edelim. İşte bize sistemin dışında yapacağımız ilk eylem için bir ipucu. Sermaye? Onu başkasına verin. Kolay değil, ne dersiniz? Mutluluk? Ben istemiyorum, ötekinin mutluluğu daha önemli. Yapabiliyor muyuz? Gerçekten ihtiyacımız olmayan şeyi satın almadığımız gün, hedonizm rüzgarına kapılmadığımız gün belki sistemi dışarıdan görebiliriz. Sistem mistem bu konular gereksiz konular diyorsanız afyonun pardon ayfonun yeni modeli çıkıyormuş, haberiniz var mı?
İşte seçtiğim mesleğin bir tarafı ya da hepsi bu.
Güzel yazı
tebrikler güzel bir yazı.
Güzel bir eleştiri.
Keyifle okuduğum mükemmel bir yazı, ellerinize ve yüreğinize sağlık. Şunu söyleyebilirim ki başkalarının hayatlarında olumlu değişikliklere sebep olmak harika bir duygu, bu kendinize alacağınız en pahalı nesnenin vereceği tatmin duygusundan fersah fersah ötede.
Okurken beğendiğim yerleri paylaşmak istedim ;
*yeniliğin avantajı, hiçbir zaman yeni kalmamasıdır.
*İhtiyaçlar meydana getirmek için kıskançlığı, acıyı, doyumsuzluğu körüklemek gerekiyor
*Çünkü ihtiyaçlarımız zannettiğimiz şeyler aslında ihtiyaç değiller.
*onlara var da bize yok mu
*İhtiyacının ne olduğu bilmeyen bireyleriz, ama “birey” olduk ya o bize yeter.
*Acıdan korkma, konforla kafayı bozma!
Tekrardan yüreğinize sağlık.