30
Hikaye İnsanları nasıl yazılır?
Kitap Tanıtımı: Creating Characters – Dwight V. Swain
“Kurmaca, hikaye insanlarıyla gelişir” diyor Dwight V. Swain, bu haftaki kitabımızın yazarı. İncelik öğrenilmez diye ilave ediliyor. İnce ince düşünebiliyorsanız zaten bunu yazdıklarınızın arasına kendiliğinden koyarsınız. Kitabın giriş yazısında, bu kitabın hikaye insanları yazmaya genel bir yöntem sunacağını, geri kalan ince işleri zamanla her yazarın kendisinin yapmaya elinin mahkum olduğunu söylüyor. Hatta bu kitabı öyle madde madde okumayın diyor. Hızlıca bir göz atın neyin işinize daha çok yaracağını düşünüyorsanız oraya odaklanın diye tavsiye ediyor.
Bu videoda Dwight V. Swain’in Creating Characters, How to build Story People isimli kitabını hızlıca tanıtacağım. Elimde kitabın 1990 tarihli ilk baskısı var. Gelin içinde neler var, biz de yazarın tavsiyesine uyup hızlıca göz atalım.
Ilk bölümün başlığı şöyle: Karakterin özü nedir? Baba bir karakterin sahip olması gereken kilit özellik nedir? Cevap: Umursama yeteneği. Yazar diyor ki, tecrübelerime dayanarak söylüyorum bir karakterin en kilit özelliği herhangi bir şeyi umursama, açıktan ya da gizlice hissetme özelliğidir. Bu his, bu özellik bir insanı o şey için hareket etmeye zorlar. Bu kilit özelliği bir örnekle şöyle açıklamaya çalışıyor; temiz titiz düzenli bir adam düşünün, o kadar ki, ütüsünü yapıp gömleklerini katlarken, evi silip süpürürken belki bilinçli bile değil, yani bu titizlik o derece içine işlemiş bu adamın. Ne var ki evlendiği zaman eşinin hiç de böyle olmadığını görüyor. Kadın kirli çamaşırları odanın bir köşesine yığıp yıkanmalarından önce orada bekletebiliyor, düzenli ve titiz olmanın yakınından bile geçmeyen biri. Evlendiği kadının güzelliği, neşesi, sevgi kaynağı olan bütün özellikleri zamanla görünmez hale geliyor, adam bu dağınıklığa takıldıkça takılıyor. Kitap işte bu noktada diyor ki; işte şimdi karakter dediğimiz şey ete kemiğe bürünmeye başladı. Ne oldu peki burada? Okur ya da seyirci karakterle empati duygusu geliştirdi ve onu anlamaya çalıştı, onun hissettiklerini hissetti. Bir çamur yığınına bir özellik ver, bu özelliği umursasın, dert edinsin ve bu okur ya da seyircinin aklına yatan bir şey olsun. Kötü karakter olsa bile, bu dert edinmeyi benimsemesek, onaylamasak bile geçerli bu.
Yani “empati” anahtar kavram burada, ve yazar kurmaca karakterlerle empati ilişkisi kurmak için böyle bir formül öneriyor.
İkinci bölümün başlığı doğru karakteri bulmak. Bunu da iş başvurusunda bulunan karakterlere benzetiyor kitap. İşe en uygun olan karakteri bulabilmek için adayları tek tek incelemelisiniz diyor. Ve “şaka yapmıyorum ha!” diye uyararak diyor ki, “seveceğiniz bir karaktere işi verin.” Yazarın bir karakteri yazarken sıkılmaması, yazmaktan hoşlanması, yazmayı hayal ederken bile içini kıpır kıpır olmasının ne kadar önemli olduğunu söylüyor. Sir Arthur Conan Doyle Sherlock Holmes yazmaktan sıkıldığı için öldürmeye karar vermişti. Ama sonradan yükselen isyan dalgasına boyun eğerek karakteri gerisin geri hayata döndürmek zorunda kalmıştı.
Bir başka tavsiye ise şu şekilde; karakterlerinizi etiketleyin. Okuyucunun onları kolaylıkla tanıyabilmesinin bir yoludur bu. Okuyucu dediğimizde hem bu kitabın yazarı hem de ben hem okuru hem de seyirciyi kastediyoruz hatırlatayım. Peki karakteri etiketlemek ne demek? Cinsiyet, meslek, yaş ya da söz gelimi davranış şeklini ifade eden bir sıfat ile karakteri anmak. Yani kurmaca öykü içinde bir karakter başka bir karaktere “cimri adam” ya da “pasaklı ihtiyar” gibi sözler söylediğinde seyirci açısından bu bahsedilen karakterin daha kolay anlaşılması demektir. Neden? Çünkü yazar bir başka karakterin ağzından o karaktere bir etiket yapıştırmıştır.
Ama yazar diyor ki “bu yetmez.” Etiketlemek bir yere kadar işe yarar. Daha fazlası lazım. Eğer bu etiketleri daha da ayrıntılarla zenginleştirmezseniz karikatüre dönüşür, fazlasıyla stereotip gibi görünür. Bu bir yazarın önündeki en büyük sıkıntılardan biridir. Eğer bu etiketleri rijit ve düz renkler gibi resmetmeden kendi içindeki çelişkileriyle, zaaflarıyla tasvir edebilirseniz o zaman bu tam olarak karakterin ete kemiğe bürünmesi demektir.
Tamam peki, diyelim ki bütün bunları yaptık ve elimizde kanlı canlı bir karakter var. Bu karakteri nasıl motive edeceğiz? Yani harekete geçmesini sağlamak gerekmiyor mu? Tabii ki gerekiyor. Bir kurmaca öykü büyük bir istek, tutku taşımalıdır. Karakter bir şeyi çok ama çok istemelidir. Ama nasıl olacak bu? Şöyle düşünün: Mutluluk insanlar için evrensel bir hedef. Herkes mutlu olmayı hedefler. Ama ne yazık ki mutsuzluk çok daha yaygın olarak gerçekleşir. Karakterin mutluluğa giden yolda başarılı olabilmesi için mevcut anlayış ve duygu durumunu değiştirmesi gerekir. Önceden kullandığınız ve size yenilgi getiren silahlarla aynı düşmana karşı aynı şartlarda savaşırsanız başaramazsınız. Değişim burada başlar. Motivasyon dediğimiz şey aslında değişmeye karşı duyulan istektir. “Desire for change” yani değişmeyi çok istemek. Işte gerçek bir karakter. Işler yoluna öyle kendiliğinden girivermez. Aynı tas aynı hamam, bir yere varılmaz. Yazar diyor ki gerçek karakterler genellikle bu değişme tutkularını gizliden gizliye yürütürler. İnsanların kafalarının içini göremeyiz, bu sebeple tutkuları nelerdir, nasıl bilelim? Böyle ete kemiğe bürünmüş karakterler için dört örnek veriyor kitap:
- Kötü mizaçlı bir genç kız maddi imkanları geniş adama konabilmek için sevimlilik maskesi ardına gizlenebilir
- Her zaman ortamdaki en güçlü en dengeli adamı bir gün şirketin tuvaletinde tek başına ağlarken görebilirsiniz.
- Kilise için düzenlenen yardım kampanyaları için canla başla çalışıp kendini paralayan bir kişiyi çalıştığı bankada zimmetine para geçirdiğini öğrenebilirsiniz.
- Komşunuz tonton ihtiyar gençliğinde nazi kamplarındaki ölüm memurlarından biri olabilir.
Yani özetle tutkular ya da bir karakteri gerçek yapan şeyler gizli ve çelişki katmanlarıyla örtülü olabilir.
Sosyolog W.I. Thomas demiş ki insan denen canlının 4 tutkusu vardır:
- Macera. Fiziksel bir heyecan sonucunda bir şeyleri başarmak. Everest’e tırmanmak.
- Güvenlik. Şişkin bir cüzdan ya da banka hesabı, kıyak bir araba… gerisini siz getirin. Hepsi güvende hissetmeye yarar.
- Şan, şöhret. Sevgi delisi olmak. Artık bunu Freudyen mi yorumlarsınız n’aparsınız onu siz düşünün.
- Onay görmek. Aslında bu da var olduğunu kanıtlamaktan öte bir şey değil. Bu dünyada ben de varım diyebilmek anlamına gelmez mi, ciddiye alınmak, kaale alınmak, adam yerine konmak?
Görünürde basit ama ayrıntıda karmaşık ve derin bu tutkular, karakterinizi kurmaca öyküde atılacağı macera içinde doğru yere oturtur.
Buraya kadar anlattıklarını bir de formülle özetliyor elimdeki kitap, bakın formül şöyle:
- Bilinçli ya da bilinçsiz karakterin önemsediği bir şey olsun.
- Bu şeyle bağlantılı olarak karaktere bir amaç hedef tasarla
- Karakterin önemsediği bu hedefi tehdit eden bir şey ortaya koy
- Karakterin hedefe ulaşmaktan vazgeçmemesi için güçlü sebepleri olsun.
Işte bu sayede hedefe ilerleyen karakteri severek izleriz. Empati kurarız.
Benim her zaman bahsettiğim şeyi bir de Dwight V. Swain’den dinleyelim: Bizim kendimiz olduğumuz anlar stres altında olduğumuz anlardır. Böyle anlarda duygular ve duygular tarafından tetiklenen düşünceler açığa çıkar. Konforlu bir evrende ne karakter vardır ne de öykü. Her öykü, aslında bir insanın tehlikeyle nasıl başa çıktığını anlatır.
Pratik bir başka ipucu daha geliyor bir sonraki bölümde: Her karakterin arkaplan hikayesi ona inanmamızı sağlayacak kadar olmalıdır. Bir film ya da çizgi romanı okurken, geçici de olsa Süpermen diye biri olduğuna inanıyoruz değil mi? Adam uçuyor. Buna nasıl oluyor da inanabiliyoruz? Fizik biliminin geldiği noktadaki bütün bulgulara ve teorilere zıt bir durum. Ama arkaplan hikayesi hemen imdada yetişiyor: “Adam Kripton’dan geldi abi.” E, o zaman uçar tabii canım! Kripton’dan gelmiş, o uçmayacak da kim uçacak?
İşin gerçeği Gazman bilimsel açıdan Süpermen’e göre çok daha tutarlı. Momentumun korunumu!
Öte yandan egzantrik karakterlerin ya da psikopatların, belki şizofren derecesinde hasta insanların da karakter olarak empati duygusunu körükleyebileceğini unutmayalım. Çünkü seyirci aslında empati duygusunun peşinde koşarken her gün görmediği türden birilerinin peşine takılmayı da çok sever. Bazen pek çoklarımızın olmak istediği ama olamadığı bir karakterdir. Bazen de ürktüğümüz tiplerdir bunlar.
Creating Characters, How to Build Story People isimli ve Dwight V. Swain imzalı bu kitap yazarlar için faydalı olabilecek daha pratik önerilerle devam ediyor. Mesela mizah duygusunun önemi ve nasıl yaratılacağı ya da iyi ve etkili diyalogların karakterin duygularını nasıl açığa çıkaracağını tartışıyor ilerleyen sayfalarda.
Ben kendi adıma teoriden pratiğe doğru yürümenin daha tutarlı, geçerli ve faydalı olduğuna inanıyorum. Yani size sadece pratik öneriler veren kılavuzlar aslında zihninizi ikna etmiyorlar sadece bazı formüller ezberlemenizi istiyor gibiler. Oysa bilgiyi ve ustalığı içselleştirmenin bence en iyi yolu önce aklın teslim olmasında yatıyor. Bu bağlamda bu kitap hem teorik hem de pratik bilgiler içerdiği için oldukça faydalı.