Hikaye İnsanları nasıl yazılır?

Kitap Tanıtımı: Creating Characters – Dwight V. Swain

“Kurmaca, hikaye insanlarıyla gelişir” diyor Dwight V. Swain, bu haftaki kitabımızın yazarı. İncelik öğrenilmez diye ilave ediliyor. İnce ince düşünebiliyorsanız zaten bunu yazdıklarınızın arasına kendiliğinden koyarsınız. Kitabın giriş yazısında, bu kitabın hikaye insanları yazmaya genel bir yöntem sunacağını, geri kalan ince işleri zamanla her yazarın kendisinin yapmaya elinin mahkum olduğunu söylüyor. Hatta bu kitabı öyle madde madde okumayın diyor. Hızlıca bir göz atın neyin işinize daha çok yaracağını düşünüyorsanız oraya odaklanın diye tavsiye ediyor.

Bu videoda Dwight V. Swain’in Creating Characters, How to build Story People isimli kitabını hızlıca tanıtacağım. Elimde kitabın 1990 tarihli ilk baskısı var. Gelin içinde neler var, biz de yazarın tavsiyesine uyup hızlıca göz atalım.

Ilk bölümün başlığı şöyle: Karakterin özü nedir? Baba bir karakterin sahip olması gereken kilit özellik nedir? Cevap: Umursama yeteneği. Yazar diyor ki, tecrübelerime dayanarak söylüyorum bir karakterin en kilit özelliği herhangi bir şeyi umursama, açıktan ya da gizlice hissetme özelliğidir. Bu his, bu özellik bir insanı o şey için hareket etmeye zorlar. Bu kilit özelliği bir örnekle şöyle açıklamaya çalışıyor; temiz titiz düzenli bir adam düşünün, o kadar ki, ütüsünü yapıp gömleklerini katlarken, evi silip süpürürken belki bilinçli bile değil, yani bu titizlik o derece içine işlemiş bu adamın. Ne var ki evlendiği zaman eşinin hiç de böyle olmadığını görüyor. Kadın kirli çamaşırları odanın bir köşesine yığıp yıkanmalarından önce orada bekletebiliyor, düzenli ve titiz olmanın yakınından bile geçmeyen biri. Evlendiği kadının güzelliği, neşesi, sevgi kaynağı olan bütün özellikleri zamanla görünmez hale geliyor, adam bu dağınıklığa takıldıkça takılıyor. Kitap işte bu noktada diyor ki; işte şimdi karakter dediğimiz şey ete kemiğe bürünmeye başladı. Ne oldu peki burada? Okur ya da seyirci karakterle empati duygusu geliştirdi ve onu anlamaya çalıştı, onun hissettiklerini hissetti. Bir çamur yığınına bir özellik ver, bu özelliği umursasın, dert edinsin ve bu okur ya da seyircinin aklına yatan bir şey olsun. Kötü karakter olsa bile, bu dert edinmeyi benimsemesek, onaylamasak bile geçerli bu.

Yani “empati” anahtar kavram burada, ve yazar kurmaca karakterlerle empati ilişkisi kurmak için böyle bir formül öneriyor.

İkinci bölümün başlığı doğru karakteri bulmak. Bunu da iş başvurusunda bulunan karakterlere benzetiyor kitap. İşe en uygun olan karakteri bulabilmek için adayları tek tek incelemelisiniz diyor. Ve “şaka yapmıyorum ha!” diye uyararak diyor ki, “seveceğiniz bir karaktere işi verin.” Yazarın bir karakteri yazarken sıkılmaması, yazmaktan hoşlanması, yazmayı hayal ederken bile içini kıpır kıpır olmasının ne kadar önemli olduğunu söylüyor. Sir Arthur Conan Doyle Sherlock Holmes yazmaktan sıkıldığı için öldürmeye karar vermişti. Ama sonradan yükselen isyan dalgasına boyun eğerek karakteri gerisin geri hayata döndürmek zorunda kalmıştı.

Bir başka tavsiye ise şu şekilde; karakterlerinizi etiketleyin. Okuyucunun onları kolaylıkla tanıyabilmesinin bir yoludur bu. Okuyucu dediğimizde hem bu kitabın yazarı hem de ben hem okuru hem de seyirciyi kastediyoruz hatırlatayım. Peki karakteri etiketlemek ne demek? Cinsiyet, meslek, yaş ya da söz gelimi davranış şeklini ifade eden bir sıfat ile karakteri anmak. Yani kurmaca öykü içinde bir karakter başka bir karaktere “cimri adam” ya da “pasaklı ihtiyar” gibi sözler söylediğinde seyirci açısından bu bahsedilen karakterin daha kolay anlaşılması demektir. Neden? Çünkü yazar bir başka karakterin ağzından o karaktere bir etiket yapıştırmıştır.

Ama yazar diyor ki “bu yetmez.” Etiketlemek bir yere kadar işe yarar. Daha fazlası lazım. Eğer bu etiketleri daha da ayrıntılarla zenginleştirmezseniz karikatüre dönüşür, fazlasıyla stereotip gibi görünür. Bu bir yazarın önündeki en büyük sıkıntılardan biridir. Eğer bu etiketleri rijit ve düz renkler gibi resmetmeden kendi içindeki çelişkileriyle, zaaflarıyla tasvir edebilirseniz o zaman bu tam olarak karakterin ete kemiğe bürünmesi demektir.

Tamam peki, diyelim ki bütün bunları yaptık ve elimizde kanlı canlı bir karakter var. Bu karakteri nasıl motive edeceğiz? Yani harekete geçmesini sağlamak gerekmiyor mu? Tabii ki gerekiyor. Bir kurmaca öykü büyük bir istek, tutku taşımalıdır. Karakter bir şeyi çok ama çok istemelidir. Ama nasıl olacak bu? Şöyle düşünün: Mutluluk insanlar için evrensel bir hedef. Herkes mutlu olmayı hedefler. Ama ne yazık ki mutsuzluk çok daha yaygın olarak gerçekleşir. Karakterin mutluluğa giden yolda başarılı olabilmesi için mevcut anlayış ve duygu durumunu değiştirmesi gerekir. Önceden kullandığınız ve size yenilgi getiren silahlarla aynı düşmana karşı aynı şartlarda savaşırsanız başaramazsınız. Değişim burada başlar. Motivasyon dediğimiz şey aslında değişmeye karşı duyulan istektir. “Desire for change” yani değişmeyi çok istemek. Işte gerçek bir karakter. Işler yoluna öyle kendiliğinden girivermez. Aynı tas aynı hamam, bir yere varılmaz. Yazar diyor ki gerçek karakterler genellikle bu değişme tutkularını gizliden gizliye yürütürler. İnsanların kafalarının içini göremeyiz, bu sebeple tutkuları nelerdir, nasıl bilelim? Böyle ete kemiğe bürünmüş karakterler için dört örnek veriyor kitap: 

  • Kötü mizaçlı bir genç kız maddi imkanları geniş adama konabilmek için sevimlilik maskesi ardına gizlenebilir
  • Her zaman ortamdaki en güçlü en dengeli adamı bir gün şirketin tuvaletinde tek başına ağlarken görebilirsiniz.
  • Kilise için düzenlenen yardım kampanyaları için canla başla çalışıp kendini paralayan bir kişiyi çalıştığı bankada zimmetine para geçirdiğini öğrenebilirsiniz.
  • Komşunuz tonton ihtiyar gençliğinde nazi kamplarındaki ölüm memurlarından biri olabilir.

Yani özetle tutkular ya da bir karakteri gerçek yapan şeyler gizli ve çelişki katmanlarıyla örtülü olabilir.

Sosyolog W.I. Thomas demiş ki insan denen canlının 4 tutkusu vardır: 

  1. Macera. Fiziksel bir heyecan sonucunda bir şeyleri başarmak. Everest’e tırmanmak.
  2. Güvenlik. Şişkin bir cüzdan ya da banka hesabı, kıyak bir araba… gerisini siz getirin. Hepsi güvende hissetmeye yarar.
  3. Şan, şöhret. Sevgi delisi olmak. Artık bunu Freudyen mi yorumlarsınız n’aparsınız onu siz düşünün.
  4. Onay görmek. Aslında bu da var olduğunu kanıtlamaktan öte bir şey değil. Bu dünyada ben de varım diyebilmek anlamına gelmez mi, ciddiye alınmak, kaale alınmak, adam yerine konmak?

Görünürde basit ama ayrıntıda karmaşık ve derin bu tutkular, karakterinizi kurmaca öyküde atılacağı macera içinde doğru yere oturtur.

Buraya kadar anlattıklarını bir de formülle özetliyor elimdeki kitap, bakın formül şöyle:

  • Bilinçli ya da bilinçsiz karakterin önemsediği bir şey olsun.
  • Bu şeyle bağlantılı olarak karaktere bir amaç hedef tasarla
  • Karakterin önemsediği bu hedefi tehdit eden bir şey ortaya koy
  • Karakterin hedefe ulaşmaktan vazgeçmemesi için güçlü sebepleri olsun.

Işte bu sayede hedefe ilerleyen karakteri severek izleriz. Empati kurarız.

Benim her zaman bahsettiğim şeyi bir de Dwight V. Swain’den dinleyelim: Bizim kendimiz olduğumuz anlar stres altında olduğumuz anlardır. Böyle anlarda duygular ve duygular tarafından tetiklenen düşünceler açığa çıkar. Konforlu bir evrende ne karakter vardır ne de öykü. Her öykü, aslında bir insanın tehlikeyle nasıl başa çıktığını anlatır.

Pratik bir başka ipucu daha geliyor bir sonraki bölümde: Her karakterin arkaplan hikayesi ona inanmamızı sağlayacak kadar olmalıdır. Bir film ya da çizgi romanı okurken, geçici de olsa Süpermen diye biri olduğuna inanıyoruz değil mi? Adam uçuyor. Buna nasıl oluyor da inanabiliyoruz? Fizik biliminin geldiği noktadaki bütün bulgulara ve teorilere zıt bir durum. Ama arkaplan hikayesi hemen imdada yetişiyor: “Adam Kripton’dan geldi abi.” E, o zaman uçar tabii canım! Kripton’dan gelmiş, o uçmayacak da kim uçacak?

İşin gerçeği Gazman bilimsel açıdan Süpermen’e göre çok daha tutarlı. Momentumun korunumu!

Öte yandan egzantrik karakterlerin ya da psikopatların, belki şizofren derecesinde hasta insanların da karakter olarak empati duygusunu körükleyebileceğini unutmayalım. Çünkü seyirci aslında empati duygusunun peşinde koşarken her gün görmediği türden birilerinin peşine takılmayı da çok sever. Bazen pek çoklarımızın olmak istediği ama olamadığı bir karakterdir. Bazen de ürktüğümüz tiplerdir bunlar.

Creating Characters, How to Build Story People isimli ve Dwight V. Swain imzalı bu kitap yazarlar için faydalı olabilecek daha pratik önerilerle devam ediyor. Mesela mizah duygusunun önemi ve nasıl yaratılacağı ya da iyi ve etkili diyalogların karakterin duygularını nasıl açığa çıkaracağını tartışıyor ilerleyen sayfalarda.

Ben kendi adıma teoriden pratiğe doğru yürümenin daha tutarlı, geçerli ve faydalı olduğuna inanıyorum. Yani size sadece pratik öneriler veren kılavuzlar aslında zihninizi ikna etmiyorlar sadece bazı formüller ezberlemenizi istiyor gibiler. Oysa bilgiyi ve ustalığı içselleştirmenin bence en iyi yolu önce aklın teslim olmasında yatıyor. Bu bağlamda bu kitap hem teorik hem de pratik bilgiler içerdiği için oldukça faydalı.

How to Write. Nasıl yazmalı?

Malesef türkçede yazarlık üzerine yazılmış özgün ya da tercüme eser çok az var. Kitapçıları özellikle de ikinci el kitapçıları dolaşırken ingilizce yazılmış o kadar çok “yazarlık” kitabına rastlıyorum ki bu derece zengin bir literatür türkçede olmadığı için resmen kıskanıyorum. İmkanım olsa bütün bu kitapları tercüme eder ve baskıya veririm. Bunu yapamam.

Ama kitaplığımdan rasgele seçtiğin bir kitapla hiç değilse bu kitaplardan bir seçki yapar ve dilimize hiç değilse özetlerini kazandırırım diye hayal ediyorum. Umarım meraklısına faydalı olur. Kitaplardan alıntılar yaparken kendi görüşlerimi de aktaracağım ve özellikle uzmanlık alanımla ilgili kendi dipnotlarımı da toparlamaya çalışacağım.

Şimdi ilk olarak eğitimci ve editör, iletişim ve yazarlık konusunda uzman iki ismin birlikte yazdığı How to Write, Nasıl Yazmalı isimli kitaptan bahsedeceğim. Yazarlar Herbert E. Meyer ve Jill M. Meyer.

Kitap bir yazma devriminin ortasındayız diyerek açılıyor. Baskı tarihi 1996. Yani internet devriminin ilk yılları. Şimdi bu devrim, yani yazma devrimi daha da büyük bir devrime dönüştü. Çünkü duyguları, acıları, umutları olan yazarların artık güçlü bir rakibi de var. AI. Artık karşımıza çıkan hangi metnin bir insan tarafından hangisinin yapay zeka tarafından okuyalım diye bize uzatıldığını bilemiyoruz… da… öyle mi acaba? Bu yapay zeka konusuna belki ayrı bir video ayırırım ama şimdilik sadece şu kadar söyleyeyim; inancım o ki, yazan insan her zaman yapay zekadan bir adım önde olacak. 

Kitabın açılışındaki önerme geçerliliğini koruyor, yapay zeka tehdidi de gerçek bir tehdit. Yazan insan sayısı ile okuyan insan sayısı arasındaki matematiksel oran daha önce hiç bu kadar büyük olmamıştı.

Bu kesir, gittikçe 1 değerine yakınsıyor. Bunun anlamı şu: Bir okurun karşısına çıkan metin sayısı ve çeşitliliği arttıkça “çıkış yapan yazar” olmak daha güçleşiyor. Gün geçtikçe yazarlar hem okuyucularına ulaşmakta güçlük çekecekler hem de yazdıklarını beğendirmek gittikçe zorlaşacak. Çünkü çok iyi fikirleriniz bile olsa yazdıklarınızı doğru şekilde ifade edememişseniz, okuyucuların bir sonraki ve daha taze yazar alternatifine yöneliverecekler.  Bu sebeple kitap, kendisine dikkat çekiyor, bu kitabı dikkatle okuyan ve içindekileri uygulayan yeni yazarlar bu engeli daha kolay aşacaklar diyerek iddiasını ortaya koyuyor.

Bu iddiası bence yerinde bir soruna parmak basıyor ve bakalım kitabın geri kalanında nasıl çözümler öneriyor…

Kitap da yazma prosesinin kendisi gibi üç bölümden oluşuyor.

  1. Eylem için organize olma.
  2. Ortaya bir taslak koyma.
  3. Taslağı cilalama.

Kitabın bu aşamalarda neler yapılması gerektiğini yine madde madde incelemeye başladığını görüyoruz.

1- Yazma eylemi için organize olma, yani hazırlanma aşaması genel olarak düşünme, listeler hazırlama ve bir şeyleri toparlama süreci olarak tanımlanıyor ve yine bu süreç detaylı olarak ve madde madde inceleniyor.

Adım 1 – Kategorini seç. Kurmaca olsun olmasın yüzlerce kategorinin olduğu bir alanda siz başladığınız bu projede nerede duruyorsunuz? Biz bu aşamayı kurmaca senaryo yazarlığı açısından düşünecek olursak “türünü belirle” şeklinde indirgeyebiliriz. Ana kategoriler Tragedya ve Komedi. Her birinin de alt türleri mevcut. Kafanızda kurgulamaya başladığınız öykü hangi türe ait? Bittiğinde nasıl bir filmin senaryosu olacak? Bu türler hakkında en azından ansiklopedik bilgilere sahip olmanızda fayda var tabii ki.

Adım 2 – Noktalarını seç. Yani ana fikrin ne ve bu ana fikri destekleyen nasıl detaylara sahipsin. Yani asıl yazma işine başlamadan önce ana fikrimizi toparlayıp bu ana fikri destekleyen neler yapacağımızı belirlememizin iyi olacağını söylüyor yazarlar. Ve ekliyorlar: Fikir herkeste var. Sizi yazar olarak var edecek olan şey ayrıntılardır. Yani sadece sizi harekete geçiren fikir yetmez. İnce ince bu fikri işlemeniz gerekiyor. Bu aşamada bunları listeleyin. Bu listeleme işi için de bir açılım derlemişler, diyorlar ki

  • Önce hedef kitlenizi tanımlayın. Bu öyküyü kime anlatıyorsunuz, bu yazıyı kim okusun?
  • Kim anlatıyor. Kendinizi tanımlayın. Neden sen bu öyküyü anlatıyorsun?
  • Ne anlatıyorsun? Konu ne? Şiirsel anlatımlar değil, teknik bir metin gibi düşünün.
  • Amaç ne? Ne hedefliyorsun?
  • Bir hedef tanımladın, tamam, ama buna dayanakların neler?
  • Bu amaçla ilgili olabilecek elinde eteğinde neler var?
  • Bir sonraki adım ne? Yani vizyonun ne? Kurmaca bir öykü için daha teknik olarak ifade edecek olursak (ki bu yorum bana ait) öykünü anlatmayı bitirdin. Öykünün evreninde nasıl bir gelecek kurmuş oldun?

Adım 3 – Kitabın yazarları diyor ki “Detayları toplamak adlı bu adım, markette akşamki parti için alışveriş yapmaya benzer”. Bu aşamada Umutlu Ol, Enerji dolu ol, İnatçı ol, Hayal kur.

Bütün bunları hakkını vererek yaptıysak artık Ortaya bir taslak koyma aşamasına geldik demektir. Bakalım bu aşama için bize neler söyleyecekler?

Bu aşamada kitap, ilk taslağı ortaya çıkarmak konusunu da esas olarak odaklanma, karalama ve inşa etme olarak tanımlıyor. Bu konuda şu başlıkların altında tek tek detaylı inceleme ve sorgulamalar gerçekleştiriyor.

  • Yazdıklarınızın ortak bir duygu, ortak bir tema altında toplanmış olması gerekiyor. Sözgelimi bir komedi filmi senaryosu yazıyorsak, her sahne komik olacak ya da bir korku filmi ise bu senaryo, her yeri korkunç olacak demek değil. Sinemada belki de daha çok atmosfer olarak tanımladığımız konudan bahsediliyor aslında. Seyircinizi ya da okuyucunuzu bir anlamda kendi ringinize çekip orada pataklamaya çalışın diyorlar.
  • Sınırlarınızı belirleyin. Sınırlarınızı çizmek size şu ana dek yaptıklarınızı görmeye ve ortaya çıkacak ilk taslağın da iskeletini ayağa kaldırmanıza yarayacak (mış).
  • Son aşamada da artık mekanik olarak bilgisayarın başına oturup yazmak var.

Bu aşamada bir sinemacı olarak bu söylenenleri sinema diline kendimce tercüme etmek istiyorum: temanın belirlenmesi işi daha bizim sinopsis adını verdiğimiz, 90 dakikalık sinema filmi için dolu dolu iki A4 sayfası uzunluğunda öykünün özetinde ortaya çıkar. Sinopsis edebi bir metin değil, okuyucusu da seyirci değil. Acemi senaristlerin en çok yaptığı hatalardan biridir bu. Sinopsis, tretman ya da senaryonuzu seyirci okuyacakmış gibi yazıyorsunuz. Yapmayın! Siz kamera arkasındaki profesyonel insanlardan birisiniz artık. Yazdıklarınızı da aktörler dahil sizin gibi sinema profesyonelleri okuyacak. Sinopsis, tretman ve senaryo yazarken yönetmenle, ışıkçılarla, oyuncularla ya da yapımcılarla falan konuşuyorsunuz, bunu unutmayın. Sürprizlerinizi twistlerinizi falan saklamayın. Duygusuz ve mekanik bir şekilde duygu dolu olaylar anlatın. Sayfalarınız duygu ya da düşüncelerle dolu olsun ama açık olun. Sanatınız görüntüde olacak, sayfalardaki kelimelerde değil.

Sınırları belirleme aşaması ise sinemacıların daha çok tretman dedikleri aşamada gerçekleşir. Tretman, senaryonun sahne sahne özeti gibi bir şeydir. Önce senaryoyu yazıp sonra tretman için özet çıkarmaya çalışıyorsanız bir yerlerde hata yapıyorsunuz demektir.

Şimdi geldik kitaptaki son aşamaya: Taslağı cilala. (Karate Kid: Cilala, parlat)

Ortaya bir taslak çıktı. Tretman yazdık. Karşımızda şimdi dokuz maddeli bir yönerge, bir rehber var:

  1. Doğru düzgün, yanlışsız bir metin yazmış olun. Anlattığınız konuyu bilin ve seyircinizin bildiği ama sizin bilmediğiniz ya da atladığınız hakikat parçası olmasın. Bütün anlattıklarınızın çöpe gitmesini istemiyorsanız bir tane bile yanlış yapmamaya özen göstermelisiniz. Özellikle kendi uzmanlık alanı dışında yazan yazarlar için büyük bir tehdit söz konusu burada. Tretmanı ya da ortaya çıkan taslağı bu bağlamda didik didik etmelisiniz.
  2. Açık ve kesin olun. Muğlaklık bir öykünün içeriğinde elbette ki olabilir. Ama yazarın yazdıkları muğlak bir şeyden bahsediyorsa bile metnin kendisi muğlak olmamalıdır.
  3. Tutarlı olun. Yazdıklarınızı bir de tutarlılık testinden geçirin. Yazdıklarınızın siz arkasında durun ki seyirci/okuyucu da arkasında duracak hale gelsin. İnanın ki inandırıcı olun. Yazdıklarınıza siz tam inanmıyorsanız, seyirci/okuyucu neden inansın?
  4. Lafı dolandırmayın. Dolaysız anlatım her zaman iyidir. Karmaşık olmaya çalışmayın. Sanat sadelikten yanadır.
  5. Adil olun. Yazdıklarınıza karşı bile. Tezlerinizde adil olun, tezinizi anlatırken başvurduğunuz detaylarda da kendi yazdıklarınıza torpil yapmayın.
  6. Seviyenizi, derinliğinizi koruyun. Aynı anda hem zevzek hem de oturaklı olamazsınız. Seviyesizlik ile komik ya da eğlenceli olmak aynı şey değildir.
  7. Üslubunuzu koruyun. Konuşurken ses tonunuzu zırt pırt değiştirmemek gibi bir şey bu…
  8. Daha teknik bir rehberlik maddesi olarak sayfa düzeninizi, paragraflarınızı, diyaloglarınızı, sayfa formatınızı sektör standartlarına uygun ve doğru bir şekilde düzenleyin. Kimsenin sizin darmadağınık sayfalarınıza bakıp yazılanları okumadan senaryonuzu bir kenara fırlatmasını istemezsiniz.
  9. Dilbilgisi kurallarına uyun. Hangi de ayrı yazılır, hangisi bitişik bilmiyorsanız öğrenin. Sizin bilmediğinizi düşünmeleri yazar için iyi şeyler düşündürtmez. Özellikle yarışma vs. gibi yerlere senaryo gönderiyorsanız… 

Kitap bu maddeleri sıraladıktan sonra kurmaca olmayan örneklerle cilalanmış ve cilasız metin örnekleri veriyor. Her bir cilalama yönteminin nasıl işlediğine dair örnekler de bulabiliyorsunuz sayfalar arasında.

Yazarlar, son bölümde de bütün bu maddeleri uygularken ya da uygulamaya çalışırken ne gibi sorunlar yaşayabileceğinizden bahsediyor. Mesela diyor ki; Yazma işi hem fiziksel olarak hem de duygusal olarak yorucu bir iştir. Yıpratır insanı. Çok emek verdiniz, bir sürü şey de yaptınız, yazdınız. Ama diyelim ki tıkandınız. Şimdi ne olacak? Savaşmayın.Kitaptaki tavsiyelerden biri şu: Ara verin. Çalışma saatlerini yine planlayın ama tıkanıklık sırasında bırakın, bir sonraki çalışma vaktinizde yeniden deneyin. Varsayımsal bir kaç soru ve cevapla olası sorunları tartışarak kitap sona eriyor.

Buraya kadar kitaba dair verdiğim özeti takip edebildiyseniz göreceğiniz şey şu olacak: Yazma işi zannedildiği gibi kırlarda ağzında çiçekle dolaşıp yuvarlanırken yapılan bir iş değil. İlham ve sanatkarca duyguların ardından gelen son derece analitik ve disiplin gerektiren, yorucu bir iş. Bir yandan da ilhamlara her daim açık olduğunuz bir iş. İlham da zaten böyle yorgunluk ve disiplin olan yerlerde ortaya çıkıveriyor. Yani ne kadar ekmek o kadar köfte.

Godfather senaryo analizi 3 video birden

Sen kime “böcek” diyorsun arkadaşım!

Oyuncak Hikayesi

Toy Story’nin senaryo sırları.

Groundhog Day (Bugün Aslında Dündü)

Senaryo analizi

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni

Türk sinemasındaki yeri ne? Neden önemli bir film? Başarısının ardında yatan senaryo teknikleri neler? Yavuz Turgul sineması neden farklı?

Fargo, senaryo analizi

12 Kızgın Adam

Bütün zamanların en sevilen filmlerinden birinin senaryosunu masaya yatırıyoruz.

“Tanrı” seninle konuşursa; Kübra

Beraat Gökkuş’la Netflix dizisi Kübra’yı senaryo bağlamında konuştuk.
« Older Entries